10 Ağustos 2008 Pazar

Trabzon, Trabzon- NİHAL YETKİN

Share it Please
Geçen yıl Ağustos sıcaklarında yaptığım dopdolu Karadeniz turunda bende Rize'den sonra en çok iz bırakan şehir Trabzon oldu. Rehberimiz Tuğrul'un işinin ehli bir rehber olmasının bunda büyük bir payı var tabi...
İşte Trabzon turumuzla ilgili olarak derlediklerim:
Trabzon'un eski adı Trapesus sözcük anlamıyla üç ayak demek.
Şehrin tarihi önemi Fatih Döneminde Anadolu'ya katılan son toprak parçası olmasından kaynaklanıyor. Yavuz Sultan Selim döneminde ise müslümanlığın tanıtımı için buraya Ahi ocağından kişiler yerleştirilmiş. Şehirdeki büyük köprülerin adlarından da bu şehirdeki Osmanlı izleri görülebiliyor:Zağros Paşa, Gülbahar Hatun, Kanuni Sultan Süleyman köprüleri bunlardan birkaçı.Şehirdeki kale M.Ö. 9.yy. yapısı ve çok restorasyon görmüş.
Şehirdeki Ganita tepesi kültürlerin kaynaşması açısından son derece önemli. Burada kurulan ilk çay bahçesi bir Rum'a aitmiş ve iki kültür burada sosyalleşme ve birbirini tanıma açısından büyük ilerlemeler kaydetmiş. Yeşilliğin ağırlıkta olduğu diğer bir alan ise 100.yıl parkı şehirde rahat bir nefes almak için güzel bir seçenek gibi görünüyor.
Yolunuz Trabzon'a düşerse ya da benim gibi özellikle Trabzon'u tanımak için yola düştüyseniz o zaman gitmeniz gereken önemli duraklardan biri Atatürk Köşkü. Bu beyaz köşk aslında bir Konstantin Kabadanis adında bir Rum'un eviymiş. 1890-1903 yılları arasında inşa edilmiş olup, Atatürk'e mübadele sonrasında halk tarafından hediye edilmiş. Makbule Hanım'ın da bir dönem yaşadığı bu ev daha sonra halk tarafından Atatürk köşküne çevrilerek turizme açılmış. Köşke yolunda büyük Karayemiş ve D. Ladin ağaçlarını görüyorsunuz. Bu ağaçlar ip gibi muntazam bir şekilde uzayıp gidiyor, öyle ki rehberimizin hoş benzetmesiyle Atatürk'ü saygıyla selamlayan askerlerin sembolik bir ifadesi gibiler. Atatürk'ün bu eve son gelişi 1937. Hatta vasiyetnamesinin bir kısmını burada kaleme almış. Ev son derece zevkli bir biçimde döşenmiş, içinde İtalyan kökenli parçalar baskın. Elektrik sistemi dönemin çok ilerisinde. Kapıları sürgülü. Benim en çok hoşuma giden ayrıntılar ise kalorifer peteğinin içine yerleştirilen yemek ısıtma bölmesi ile balkon girişlerinde yağmurun girişini engelleyen ızgaralar oldu. Evin dışına gelince, harika bir bahçesi var, kırmızı güller ağırlıkta olmak üzere rengarenk çiçeklerle ve görkemli ağaçlarla bezeli. Baktıkça bakasınız geliyor, çünkü bahçeye bakanlar gerçekten çok iyi bakmışlar, ellerine sağlık! Her yerde böyle özenli bir çevre düzenlemesi olsa keşke…
Trabzon deyince hemen herkesin aklına gelen Trabzonspor'dur değil mi? Trabzonlular için iki şey her şeyin üstünde tutuluyor: Anneler ve Trabzonspor, kesinlikle toz kondurmuyorlar onlara. Buralıların futbol oynaması için illa saha gerekmiyor, her yerde futbol oynamak (oynayabilmek) gibi bir özellikleri var. Bu sevginin de karşılığını yetiştirdikleri iyi sporcularla görüyorlar tabi. Trabzon'da gümüşün takılarda kullanılmak üzere ustalıkla işlendiğini ve halkının da genelde aileden zengin olduğunu da ilave edelim. Trabzon'la ilgili olarak söylenebilecek üzücü bir nokta çarpık kentleşmenin çoğu kentimizde olduğu gibi burada da yüzünü göstermiş olması. Elif Şafak'ın bir romanında İstanbul için söylediğini ben de burada Trabzon için rahatlıkla tekrar edebilirim: burada evler yollara göre değil, yollar evlere göre şekillenmiş. Sevgili şehir bölge planlamacılar, burada size o kadar çok ihtiyaç var ki…
Trabzon'un belli başlı ilçelerine gelince: Sürmene bıçak ve silah yapımıyla, Akçaabat ise köftesiyle meşhur. Oflular kendilerini Trabzonlu'dan önce Of'lu olarak tanımlıyorlar. Bu özellikleriyle bana Sivas'taki Zaralıları hatırlattılar. Onlar da tıpkı Zaralılar gibi zekaları ve çalışkanlıklarıyla biliniyorlar. Maçka deyince aklıma eskiden "Maçka yolları taşlı geliyor kalem kaşlı türküsü" ile yöresel yemekleri olan kuygana, karalahana ile sütlaç gelirdi, şimdi ise yakınlarındaki beş anlamına gelen Hamseköy'le ve Karadağ'ın bakiresi anlamına gelen Sümela Manastırı bunlara eklendi. Sümela Manastırı'nın tipik fotoğraflarından gözümüzün aşina olduğu, kayaya oyulmuş o inanılmaz dış görüntüsünün yanısıra içi de bir hayli şaşırtıcı ve ayrıntılı.Uzaktan "Ülkemizde bundan başka böylesine zengin tasvirlere sahip kilise var mıdır?" diyecekken yakınlaşınca netleşen ve insan boyunun eriştiği tasvirlerin üzerini kaplayan çirkin mi çirkin, cahilce kazımalar ve çizikler içimizi burktu. Ah bir de yıllardır bitmek bilmeyen şu restorasyon çalışmaları da bir bitse de yerli/ yabancı turistler bu görüntü ve ses kirliliğinden uzak bir şekilde burayı sakince gezebilseler!
Trabzon'da yayla olarak tur programımızda Hıdırnebi yaylası seçilmiş. Yayla ismini Hıdır ile Nebiye adlı sevgililerden alıyor, güzel de bir hikayesi var, yine sevdanın mühürlediği bir hikaye. Zamanla söyleyiş kolaylığı nedeniyle HıdırNebiye, HıdırNebi'ye dönüşmüş. İsimden çıkıp cisme gelecek olursak, burası Karadeniz'in ve Türkiye'nin ilk yayla kenti. Viraj dolu zorlu yoluna rağmen (tıpkı Datça yolu gibi) kendini gösterir göstermez yolların üzerine kocaman bir sünger çekip "iyi ki gelmişiz" diyebiliyorsunuz. Tertemiz havası, sevimli ahşap evleri ve geniş eğlence/spor imkanlarıyla burası artık kendine yeten bir turizm merkezi. Akşam tesis çalışanlarından inanılmaz kıvraklıkta Faros Kolbastısı adlı bir horonu izlemek de var üstelik bu imkanların içinde.
Trabzon bütün bu özetleyerek belirttiğim özellikleriyle ve benim bilmediğim çok daha fazlasıyla güzel bir Karadeniz şehri. Daha iyi bir tanıtımla turizmi mevcut halinden çok daha fazla canlandırılabilir. Güzelce seçilecek görsel-işitsel malzemeyle ve teknolojik imkanlarla bunu yapmak artık çok kolay olmalı...

Fotoğraf: http://www.lazekibi.com/wp-content/uploads/2008/01/trabzon.jpg

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About