2 Ağustos 2008 Cumartesi

Bir tatlı huzur: Ören- ÜÇ NOKTA

Share it Please

Günleri unutmak için geldim buraya. Ne yetiştirilecek dünya işi, ne öfkesi kınında bıçak gibi bileylenen kızgın, endişeli manşetler… Martılar konacak bir kaya bulmuş açıklarda, çığlık çığlığa. Ben gerçekleşmiş bir dilek kadar mutlu öğlen uykularında.Burada gündüz ve gece aynı güzellikte tatlı tatlı “senden daha güzelim” diye çekişen iki kız kardeş gibi.

İncir ağacına kurulmuş hamakta hevesle açtığım ferah feza bir romanı okuyorum.Üzerime eğilmiş yaprakları, dallar arasında güneşi kovalıyor gözlerim. Kamaşıyor mutluluktan, dalıyorum uykuya.Uyanıyorum birden, nerdeyim? Mabedim Örendeyim.

Gece bir bakarsınız boylu boyunca bir yıldız kayar o geniş, o hiçbir engele takılmadan doyumsuzca seyrettiğiniz gökyüzünden. O vakit tutun dileğinizi; yer var bir dilekten fazlasına. Burası Örendir, açıp kolları iki yana göğünü kucaklayasınız gelir.

Mehmet, sahile bakan çay evinin gürbüz çaycısı.

“Mehmet, bana namuslu bi çay getir, kağıt yetiştir” Demlice çayım gelir, çok sürmez bulunmaz dediğim yerde kağıt da bulmuş, koyar masaya. Sonra söze girişir.

“Abi ne iştir.Buralarda öyle kağıt kalem aramazlar pek.”

İçimdekileri kazıyacağım Mehmet. Ören’in güzelliği çarptı, taştı içimden onu dökeceğim kağıda.

Yine Ören, hep Ören… Ben sevdalısı, uğruna bitevi bir hayatı terk eyleyen.

Hasan Kaptanla tanışıyoruz sonra. On beş yıldır Ören –Akçay arasında dümen çevirmekle geçivermiş yılları. Küçümen teknesi nasıl cesur, nasıl atıyor kendini ileriye, gidiyoruz kucağında, dalgaları yara yara. Yıldız yıldız yanıp sönen sular ortasında maviye çalıyor düşler...


Yüzünde hayat kadar derin çizgiler…Ama ne gam.Bir kahkahası var, her an tekleyecekmiş gibi çalışan motorun sesini bastıran. Duyulmuş duyulmamış hiç umarsız fısıldar gibi söyleniyor.

“Rüzgar yemekten felaket oldu boynum” Denizin her haline alışmış gözleri ufukları tarıyor,

“Nereye gidiyor bunlar böyle?” dediği yere bakıyorum.Belli belirsiz sütbeyaz bir kuş sürüsü görünüyor uzaktan.

“Len hergeleler bu mevsimde göçmek mi olurmuş” der demez bir çift yunus açıklarda dalıp dalıp çıkıyor. Biri bitmeden diğeri başlayan güzelim bir gösterinin ortasında kalakalmışken, “paraları topladın mı” diyor.Ben şaşkın “yok” diyorum.”Alıp öyle çıksaydın ya kaptan makamına” diyor kahkahayla. Şakacı; denizin dalgası vurmuş içine. Yanaşınca iskeleye, kırk yıllık çımacısı bilip beni, uzatıyor halatı.

“Bağla şunu”. Herkes bir iş tutuyor teknede.İskeleye yanaşınca halat atmak, halat bağlamak, paraları toplamak, hep yolcu işi. Kimse de yüksünmüyor bu işten.Teknesinde bir başına her gün Ören-Akçay arasında keyfine göre dört sefer yapar Hasan Kaptan.Yelkensiz teknesi, “üzmek istemiyorum” dediği motoruyla yaşar gider.

Olması gereken bir gezi yazısı dışına çıkıyor hep cümlelerim.Meşhurdur; görmeden, yemeden , gezmeden, geçmeyin demenin ötesini kuruyorum hep.

Kulaç kulaç deniz geliyor elime.Rüzgar, tenini okşuyor denizin, çiğ damlalarına kesiyor yüzüm. Balıklar yampiri yampiri salınıyor yanı başımda. Suyu desen billur… İster iç yudum yudum çeşmeden, ister dal mavisinden.

Balıkesir’in Burhaniye ilçesine bağlı şirin, huzurlu, nazlı nazenin Ören.

Akçay, Altınoluk,Ayvalık… sonra ver elini adalar…Hepsiyle yarenlik eder, o kadar yakın.Ama ille de Ören.

Açıkhava konserleri, günün doğuşu- batışı, gezinti yolu, kızarmış dondurması – oraya özel- dolunay geceleri, kavak hışırtılarının sesiyle sarhoş eder , uzak dağ başlarından sökün eden havasıyla ayrılır ayrılmaz özlediğiniz bir canan gibi hep sevdirir kendini. ' Bir tatlı huzurla' baştan çıkarır da iflah olmaz hep düşersiniz yoluna.

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About