10 Ağustos 2008 Pazar

İnek mi? Koyun mu? SERDAR ÖZDEMİR

Share it Please
10 ya da 11 yaşındayım...
Annem yoğurt almaya gönderiyor bakkala...
Açık satılıyor yoğurtlar, öyle bir zaman işte...
Annem saplı alüminyum bir kap veriyor elime, bir ya da iki kilo...
Buçuklu da satılıyor.
"Bisikletle gideyim" diyorum kendi kendime, direksiyona takar getiririm eve.
Bisiklet benden büyük, çift kadrolu Bisan, ağabeyimin...
Ayaklarım pedallara ancak erdiğinden seleye oturamadan, ayakta sürebiliyorum.
Yoğurdu döke döke getirme ihtimali var.
Göze alıp yollanıyorum bakkala.
***
Mahalle bakkalı Nejat’ın küçük dükkânı;
Girişte tahta, tel örgülü ekmek dolabı...
Yerlerde kahverengi un, şeker çuvalları...
Masanın üstünde cam fanuslar, içlerinde renkli akide şekerleri...
Fanusların arasından bakıyorum, bakkal Nejat amcanın yerinde bir kız!!!
14–15 yaşında boncuk gibi kocaman mavi gözleri olan bir kız...
Çok güzel bir kız...
Kim ki bu güzel kız?
***
Kız gülümsüyor...
“Ne istedin” diyor.
Öyle bakıyorum hayranlıkla yüzüne...
Kız daha çok gülümsüyor.
“Yoğurt” diyorum.
Kız hala gülümsüyor, ben hayranlıkla bakıyorum.
"Niye gülüyor ki bu?"
Ama çok güzel gülüyor.
Sonra toparlanıyorum;
"İşimize bakalım” edasıyla;
“İki kilo” diyorum...
***
Güleç kız, gülümsemeye devam ederek;
“İnek mi? koyun mu?” diye soruyor...
'İnek mi? koyun mu?'
İş bilir havam anında dağılıyor...
İnek miydi, koyun muydu?
Ne demişti ki annem?
Kız gülümsüyor...
Güldükçe boncuk gözleri daha da güzelleşiyor...
Yanaklarından birine küçücük bir gamze oturuyor...
***
İnek miydi koyun muydu?
Hayatım gelip, bu soruda bağlanıyor...
Bilmiyorum ki...
Güleç kız için yanlış cevabı olmayan bir soru...
Ama ben bilmediğim bir şeyi, bilirmiş gibi söyleyemiyorum bir türlü...
Zaman kazanmak istiyorum;
“Nejat amca yok muydu?” diyorum...
“Dayım” diyor, “yok bu gün, ben bakıyorum yerine”
Gülümsüyor...
***
İnek mi? koyun mu?
Sanki bu soruya cevap verebilsem, güleç kızla elele verip kırlara doğru koşacağız...
Kız buzdolabının kapısını açmış, içinden yoğurt bakracını çıkartıyor...
Bakracı iki eliyle taşırken zorlanıyor...
Masanın üstüne koyup, yüzüme soran gözlerle bakıyor;
İnek mi? koyun mu?
***
“İnek” diyorum,
Ne dediğimi bilmez bir şekilde...
Kız bembeyaz dişlerini gösteren gülümsemesi ile;
“Ben mi?” diyor...
Gözlerini kısarak kıkırdıyor...
“Ha ha” ben de gülüyorum...
Hatta espriyi anladığımı iyice göstermek için daha da sesli gülüyorum...
Gülerek “yoğurt” diyorum...
***
Güleç kız, bakracın içindeki kepçeyle, terazinin üzerindeki darasını aldığı alüminyum kaba iki kilo yoğurdu dolduruyor...
Alüminyum kabı alıp tam kapanmayan kapağını yerleştiriyorum...
Parayı veriyorum, sanki bir ay çalışıp kazanan benmişim edasıyla...
“İyi günler” diyor gülümseyerek...
"İyi günler” diyorum...
“Görüşürüz yine” demiyorum ama bakışımdan anlamıştır o diye böbürleniyorum...
***
Alüminyum kabı sapından bisikletin direksiyonuna asıp eve doğru hızla yollanıyorum...
Yolda hep güleç kızı düşünüyorum..
Taşlı yolda bisiklet sarsılıyor...
Tam kapanmamış kapağın altından yoğurt dökülmeye başlıyor...
Ben aldırmıyorum...
Güleç kızın boncuk gözleri aklımda...
Daha da hızlanıyorum...
"Yoğurdu bırakıp bisikletle tekrar geçerim dükkânın önünden” diye, plan yapıyorum...
***
Paçalarım yoğurt olmuş, eve giriyorum...
Alüminyum kabı anneme verirken, “bakkal Nejat amcanın yeğeni vardı dükkânda” diyorum...
Annem beni duymaz bir şekilde;
“Dökmüşsün oğlum yoğurdu” diyor...
“İnek” diyorum...
“İnek yoğurdu aldım”
Annem yoğurdu dolaba koyarken düşünceli, söyleniyor;
“Çok dökmüşsün yoğurdu...”

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About