24 Ağustos 2008 Pazar

Gunbatiminda huzun MEHMET SAGLAM

Share it Please
Rüzgârlı bir Ocak günü, Çeşmealtı tepelerinin arkasından yapayalnız batan bir gün saatinde, bir küçük taş evin geniş bahçesindeki o kadın, çocukluk yıllarından kalan o masum nostaljiyi yaşamak, beynini kemiren o hınzır düşünceleri rüzgâra vermek için sanki ağaçları taciz edercesine esen o güçlü kış yeline inat olsun diye, korkak ve titrek uçurtmasını havada tutmanın telaşlı keyfini yaşamaktaydı.



Afrika'dan gelmekte olan tozlu kasırganın rengine bürünmüş pembe bulutlarsa, kendilerine kuyruğunu sallayan mavi uçurtmanın farkına bile varmadan, süzülerek şekilden şekle girmenin zevkini yaşıyorlardı. Kadının saçları da bu doğa dansına uymuş, ağaçların eğildiği yöne doğru saçak saçak dalgalanıyordu. Vücuduysa elindeki ipin kuvvetli çekimi ve deli rüzgârın itişiyle, kaybolmuş bir çocuk gibi panik içinde koşuşturuyordu.





Güneşin simyacı gücü bu dansı birdenbire bambaşka bir tabloya dönüştürdü. Uçurtmanın mavi yüzü bir yağmurlu buluta döndü, kireçli beyaz toprak karardı ve kadın da uçurtmanın ipini makarasına dolamış, ezgili bir çıkrık oluvermişti aniden. Yağmursuz bulutlar çağırmaya başladı yağmurlu bulutu. Yağmurlu bulut ipini tutan çıkrık ve haykıran çağrılar arasında bir yerlerde asılı ve hareketsiz kalmıştı gökyüzünün sonsuzluğu altında.




Yağmurlu bulutun duyguları yamandı. Onun doğasında özgürce gezinen seyyahlık vardı. Şimdiyse çıkrığın ipi ve ruhunu okşayan ezgileri bir yanda, yağmursuz bulutların çağrıları öte yanda onu bir mengenede sıkarcasına eziyordu.





Ezgili çıkrığın lirik sesindeki mısralar öyle yabana atılır cinsten değildi:





Bazen kalmak,


Gitmekten daha fazla


Cesaret ister.


Kısır bulutların


Ve deli rüzgârların


Peşinden gitmektense;


Bir yere


Veya birine


Ait olmayı


Denesene!






Fakat ezgili çıkrığın hüzünlü sesindeki duygu yoğunluğu, yağmurlu bulutun bu söylemlere kapalı kulağını açamadı ve pamuktan yüreğini yeterince titreştirip suyunu oraya boşalttıramadı.




Belki de o sadece gölgelik bir buluttu. Ya da kıraç topraklarda suya hasret birileri olduğunu biliyordu. Belki de kızgın güneşten kavrulanların ezgilerini duyuyordu. Veya bir başka çıkrığın uzun halatı olup, onun kuyusunun karanlıklarına gizlenmiş kovasını çıkarmak hevesindeydi. Kim bilir?




Belki de kapıyı kapatarak hayatından çekip giden birileriyle karşılaşmadan ezgili çıkrığın nağmeleriyle asla titremeyecekti yüreği.




İp gerildikçe, ezgili çıkrığın umutları buharlaşıyor ve sesi, deli rüzgârın uğultusunda kayboluyordu.




Ama o, sevgi ve erdem doluydu. Sevdasından aldığı güçle umutsuzluğu umuda dönüştürmeye başlamıştı bile. Hiç kızgınlık duymuyordu artık. Ve, bir şairin dizeleriyle son bir kez daha seslendi yağmurlu buluta:




“Biliyorum gideceksin,


Bana uğradığın da yeter.


Umuyorum seveceksin,


Bana vermediğin de yeter.


Git, hadi git, göreceksin,


Sevgim, ikimize de yeter.”




Ve batan güneşin simyası kaybedince büyüsünü, daha fazla dayanamadı ezgili çıkrık, salıverdi ipini uçurtmasının. Bir müddet hayretle bakakaldı yağmursuz bulutların peşine takılan sevgilisine ve sordu kendi kendisine:




"Bu uçurtmanın delice uçuşu acaba rüzgârdan mı, yoksa o gerçekten bir yağmurlu bulut mu?"




Hüzünlü bir günbatımının alacakaranlığı, bu sorunun yanıtsızlığı içinde daha da kararırken, küçük taş eve geri döndü kadın.




Yarın, gün mutlaka doğacaktı...

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/3115311/

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About