15 Haziran 2008 Pazar

Zaman tüneli- MEHMET SAĞLAM

Share it Please
Neden bazı deyişleri veya veciz ifadeleri çabucak benimser ve dağarcığımıza alıp hemen kullanmaya başlarız?.. Bence bunun üç nedeni var; ya ses uyumları kulağa hoş gelir, ya söz dizimleri göze hoş görünür ya da kolay ezberlenir ve alışılmadık bir yapıya sahiptirler. Ne var ki, bu aceleye getirilen kabullenişten ötürü, böylesi ifadelerin içerdikleri anlam çarpıklıklarını veya mantık hatalarını uzun süre fark edemeyiz.

Zaman Tüneli de böyle bir tamlama… Ve iki çok büyük yanlış anlamanın simgesi: a- Zaman düz, lineer bir çizgi olarak algılanmakta, b- Zaman dümdüz, karanlık ve uzun bir tünel olarak hayal edilmektedir.

Âşık Veysel’in “uzun ince bir yoldayım/gidiyorum gündüz gece” ve Cahit Sıtkı’nın “yaş otuz beş/yolun yarısı eder” dizeleri bu yanlışlığı bugünkü kuşaklara kuvvetle dayatmıştır, kanaatindeyim. Eğer Veysel ve Tarancı, Einstein’ı okumuş anlamış olsalardı, zamanın ne denli rölatif/göreli bir kavram olduğunu ve kronolojik bir sırayla yazılmış tarihin, zaman denen olguyu asla tanımlamadığını belki de görmüş olurlardı.

Oysa zamanın göreceli/izafi olduğu ne kadar da aşikâr…

Zaman var elbette ve uzayla birlikte evrenin bir boyutunu oluşturuyor. Fakat onun evrensel anlamda bir ölçüsü yok. Kendi işlerimizi kolaylaştırmak için oluşturduğumuz saat, gün, ay ve yıl gibi ölçüler sadece bizim sübjektif birer kategorizasyonumuz… Ve hele yolun yarısı veya uzun-ince bir yol hiç değil.

Evren bile, Büyük Patlama’dan bu yana geçen 15 milyar yıllık ömrünün farkında değilken ve teoriye göre Büyük Sıkışma yüzünden 5 milyar yıl sonra yok olacakken, 20 milyar yıllık dünyasal zaman dahi Kâinat’ın tek bir nabız atışı ancak olabilir.

Bence zaman; ölçümdışı ve özgür bir sonsuzluktur ve onu tünellere sığdırmaya çabalamak beyhude bir uğraştır!

Peki, acaba geçmiş zaman veya yaşanmış yıllar, zamanın birer donmuş, katılaşmış hâli olabilirler mi? Elbette hayır!... Tarih olsa olsa deneyimlerimizin zihinlerimize kazınmış sırasal bir listesidir veya bellek bankamıza yatırdığımız “tahviller”dir; ayrıca zamanı betimleyen bir olgu asla değildir.

O hâlde, zaman tüneli diye bir kavram olmaması gerekir. Ama bu iki sözcüğün ifade ettiği gerçek kavramı belki başka sözcüklerle anlatma olanağımız vardır: Donmuş Deneyimler desek mi acaba?

Olabilir…

Siz ne dersiniz?...

Gelelim “zaman tüneli”nin bir başka zararına... Daha doğrusu Veysel ve Tarancı’nın söylediklerinin bize verdiği zarara...

Önce iki farklı kültürü karşılaştıralım: Biri yaşamı yetmiş yıllık uzun ve ince bir yol olarak görüyor; o yolda gidiyor gündüz gece. Yol dümdüz, dikensiz, tehlikesiz ve monoton... Diğer kültür, “Hayat kırkından sonra başlar” ve “Yaşam yüksek bir dağa benzer; çıkışı zor, inişi kolay ve zevklidir...” diyor.

Bu iki kültürün doğruluğunu veya yanlışlığını tartışamayız elbet; ama bir kültürün o kültür içinde yaşayan insanlara kaybettirdiği veya kazandırdığı şeyleri ve yaşam felsefesini tartışabiliriz.

Sorun kendi kendinize: yaşam kırk yaşına kadar bin bir zorluk çektikten, yani yokuşu çıktıktan sonra elde ettiğimiz maddi ve manevi birikimlerden sonra daha kolay yaşamaya ve zevk almaya başladığımız bir olgu mu; yoksa upuzun, monoton yetmiş yıllık bir yol mu acaba?

Birincisinin daha doğru bir tanım olduğu kanaatindeyim ben.

Öyleyse, son bir soru daha: Veysel ve Tarancı’nın iki ayrı zamanda söylenmiş bu iki sözü bugünkü Türk Kültürü’nün yaşam felsefesini olumlu yönde mi etkilemiştir, olumsuz yönde mi?

Düşünceyle kalın...

Fotoğraf: http://muszka.deviantart.com/art/time-time-time-85094395

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About