8 Haziran 2008 Pazar

Anne makyajının derin izleri- MEHMET SAĞLAM

Share it Please

Annemin dudak renginin ilk kez değiştiğini gördüğümde beş yaşındaydım. Kimseden izin almaksızın, akşamın karanlık sokaklarından geçerek, benimle yaşıt olan kuzenimi açık hava sinemasına götürdüğümde ise sadece altı yaşındaydım.

“Ee, ne alakası var anne makyajının bu tür bir çocuk suçu ile?!” dediğinizi duyar gibiyim...

Yirmi yaşına girdiğimde Artvin ve Zonguldak dışında bütün kentleri gezip görmüştüm İngilizce bilen arabalı turistlere rehberlik ede ede. Çünkü ben çocukken, annem parfüm nedir bilmemişti!

Sekiz gün boyunca sadece otostop yaparak, Venedik’ten Londra’ya gittikten sonra, orada tek başıma yeni bir yaşam kurabileceğime olan özgüvenle öğretmenlikten istifa edip dilekçemi Bornova Anadolu Lisesi’ne gönderdiğimde yirmi dört yaşındaydım. Otuz dört yaşına girdiğimdeyse, yirmi bir ülke gezip görmüştüm. Çünkü annemin ten ve süt kokusundan başka koku duymamıştım ana kucağında.

Bana bu bağlantıları ve çağrışımları yaptıran şey, okuduğum bir psikolojik araştırmanın sonucu oldu:

Yeni doğmuş gözleri kapalı bir bebeğin bildiği tek şey ağzına sokulan meme ucunu emmek. Bu genetik yetenek yaşamsal öneme sahip; çünkü bebeğin hayatta kalması süt emmesine bağlı.

Emme işini yaparken çok iyi öğrendiği iki şey var; biri sütün tadı ve kokusu, diğeri annesinin ten kokusu.

İşte, bebeğin doğumdan bir-iki gün sonra kendini güvende hissettiği tek ortam, anne göğsüne yapışıkken onun kokusunu sürekli duyduğu o sıcak ortam... Bebek o kokuyu almadığında, kendini terk edilmiş ve hayat damarlarından biri kesilmiş hissediyor.

Gözleri tamamen açıldıktan, eşyaları ve yüzleri iyice ayırt etme yeteneği kazandıktan sonra ise, görüntü de önem kazanıyor koku yanında. Bebek süt emerken gözlerini açıp annesine baktıkça, bir ressamın karşındaki yüzü tuvaline ince ince işlemesi gibi, annenin yüz çizgilerini ve renklerini nakış nakış kaydediyor beynine.

Lohusa dönemi bitiyor, anne, hamilelik travmalarından kurtuluyor, artık gün yüzü görmek, topluma karışmak istiyor. Ve ilk makyajını yapıp bebeği birine teslim ederek dışarı çıkıyor. Fakat eve dönüp ağlayan yavrusunu göğsüne yapıştırdığında, bebek için ilk kızıl kıyamet de işte o zaman kopuyor!

“Bu da ne! Bu ne koku böyle! Kim bu, beni kucaklayan bu kadın da kim, nerede benim annem, nerede annemin o mis kokusu? Şu kıpkırmızı dudaklara bak! Nerede annemin beni öpen dudakları, bu dudaklar kimin!? Anne!.. Anne!.. Nerdesin?!” diye feryat ederek, kaç aydır kendini en güvende hissettiği o sevecen ve özverili ana kucağının, yani dünyasının başına yıkıldığını hissetmeye başlıyor çocuk.

Ve anne -çocuğun huzursuzluğunun nedenini asla bilemeden- makyaj yapmaya, allık ve ruj kullanmaya devam ediyor... Çocuk da bu yeni kokuya ve yüz renklerine alışamamanın yarattığı travma yüzünden ne kendine güvenebiliyor, ne de başkalarına. Özgüvensiz ve insanlara güvenmeyen bir kişiliğin temeli de böylece atılmış oluyor süt emerken bebeğin yüzüne dökülen pudra sağanağında... Güvenini yitirmiş bir ana kucağında büyümek, güven ve özgüven kazanımında tek faktör değil elbette; fakat ilk beyin örgüsünü oluşturan yüzlerce dış etkenden çok önemli biri. Benim gözlemlerimle de örtüşüyor bu bulgu...

Fotoğraf: http://lorivintage55stock.deviantart.com/art/Mother-and-Child-Stock-1-65348682

2 yorum:

بerجesتe dedi ki...

dergi, gitgide daha başarılı yazılara imza atıyor gibi... uzun soluklu olur inşallah...tabi şahsım adına; bütün yazıları okuduğum söylenemez..biraz da "başlık" çekerse beni,sürükleniyor buluyorum kendimi o yazının peşinde...başlık; "ben"dim, "kadın"dı, kadını biraz daha kadın yapan "makyaj"dı, kadını en kadın yapan "annelik"ti... beğendim... enteresan geldi...bu cihetten bakmamıştım hiç; ama anne olduğumda ,yani en kadın olduğum zamanda, vazgeçtiğimi hatırlıyorum kadınlıktan... evet tam iki sene -iki koca sene- krem bile sürmedim makyaj namına...süt kokusuna,has ten kokusuna başka hiçbir koku ilâve etmedim...saçlarımı taramadım doğrudürüst! ama ben bunları "zamansızlık" ve/veya "yavruma daha fazla zaman" diye algıladım hep....kokuma-yavrumun kokusuna- ağyar kokular karışmasın düşüncesi değildi....farklı bir bakış açısı göstermiş oldunuz sayın sağlam... teşekkürler..selamlar....

Adsız dedi ki...

Anne sütü tadi ve anne teni kokusu. Bir de, Mehmet Bey, yedi cocugu bu sekilde elinden gecirmis bir anneyi düsünün. Hep kendisi kalmis. Sonra cocuklar büyümüs, hayata atilmis. o tada ihtiyaclari kalmamis. Anne de "hayata atilmis", artik biraz rujlanmis, parfümlenmis... Ama cocuklari o ruja, parfüme ragmen anne dudaklarini hep kendi renginde, anne teni kokusunu hep parfümsüz algilamislar. Annemi hatirlattiniz. Sagolun.
Pirmete

Blogger templates

Blogroll

About