15 Haziran 2008 Pazar

Toplantı tutanakları- KEREM OĞUZ

Share it Please

İş yerinden çıkmama iki saat kadar kala, yaklaşık iki saatlik işim varken telefonum çaldı. Patronum onu temsilen bir toplantıya katılmamı rica etti. Hıyar tarlasında bir korkuluk lazımmış, gideriz. Daha öncede yapmadığım bir iş değil. Lakin bu durumda bugün bitmesi gereken işim için fazla mesai yapmam gerekecek. Bunu da tartışacak durumda değilim, zira daha yarım saat önce papara yedim. Yeni talimatta ise not tutmam ve sonrasında patrona anlatmam ısrarla tenbihlendi.

Toplantı sırasında her zaman yaptığım gibi ilk 20 dakika fırtınalar estiriyorum. Çünkü 20 dakika sonra konuyu anlayacak, takip edecek, açılım getirecek bir halim kalmayacak. Yaklaşık 40 dakika boyuncada papağanın okur yazarı misali not tutuyorum. 40 dakika sonra iş başka bir şeye dönecek biliyorum. Defterime şöyle bir giriş yaptığım anda iş kopuyor zaten ;

"İş yerinden çıkmama iki saat kadar kala, yaklaşık iki saatlik işim varken telefonum çaldı. Patronum onu temsilen bir toplantıya katılmamı rica etti. Hıyar tarlasında bir korkuluk lazımmış, gideriz"


Korkuluk benzetmemi çok seviyorum ben. Ve hatta yeni ismim olabilir bu diyorum. Kuşlar için varım ama içim saman dolu. Korkuluklar üzerinde düşünürken birisi bana bir soru soruyor. Hızla ve katiyetle, çok süper bir cevap verecek gibi yapıpı "I have no idea" diyorum. Ben bu cümlenin Almancasını da çok severdim. Okul hayatımda Alman hocalarıma karşı en çok kurduğum cümleydi bunun almancası. Böyle o kadar kesin ve hızla derdim ki adam / kadın şaşırırdı. Böyle insan bir hatırlamaya çalışır, bir şeyler mırıldanır, sağda solda kopya bekler di mi.

eeeehhh. bilmiyorum ulan işte.

Ben yaşlarda sempatik bir fransız bir iki iyi espiri yapma girişiminde bulunuyor. Ben de buldum şoparı tabi, kendi dümbeleğimi alıp hemen yanına varıyorum. Karşılıklı atışıyoruz falan. Ama hayır. Karpuz memeli patronice sevmiyor espirilerimizi. Yüzü buruşuyor, iş konuşmaya devam etmek istiyor. Etsin canım tutan yok. Hem ben sustim zati. Ama bu fransız oğlan benden de lakayıt çıktı. Hala konuşuyor, espiriler yapıyor falan. Patroniçe kıskanmış olacak ki bir espiri de o patlatıyor.

Hiç komik değil.

Hiç komik değil ama o çok gülüyor. En kötüsü de gülerken doğrudan bana bakıyor. Yani ben de gülmek zorundayım. Şu hayatta en beceremediğim şey yalandan gülmek. Onun haline gülsem diyorum, o da komik gelmiyor. Gözleri kırpışıyor, karpuzlar böyle yukarı aşşağı ata faytonu çeken atın başı gibi sallanıyor. Sonra ben de gülecek bir şey buluyorum nihayet. Kendime gülüyorum ben de. Kendi halime, zavallılığıma gülüyorum. İlahi patroniçe, çok komiksiniz hah haha hahaa. Vah zavallı başım benim vahhh...

Vakit geçiyor ve mesai saati bitiminde azad ediliyoruz. Yerime dönüp çalışmam lazım. Toplantı tutanaklarını yazmalıyım. Masama oturduğumda çaycı ayşegül geliyor, mesai saatine bitmesine rağmen "çay ister misin kerem abi" diyor. O da servise yetişecek ama bana kıyak geçiyor. "İstemiyorum çay, teşekkür ederim ayşegül."

Patron arayıp toplantı tutanaklarını soruyor. Hazırlıyorum efendim diyorum, geliyor tutanaklar.

Ve bir kere daha çaycıların, şöförün ve stajyerlerin en sevdiği çalışan olmayı başardığımı fark ediyorum. Bir gün umarım müdürümün de sevgisini hakederim. İşim gerçekten de çok zor...

K.


Fotoğraf:http://chop.deviantart.com/art/Meeting-box-36070902

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About