22 Haziran 2008 Pazar

Kelebek- KEREM OĞUZ

Share it Please
Haftaiçi rutin bir iş gününde her sabah yaptığım gibi uykum kaçmasın diye yüzümü yıkamadan, patlamış gözlerimi bile tam olarak açmadan zombi adımlarla siteden çıktığımda saat altıyı yirmibeş geçiyordu. Bu saatler ne tam olarak uyanabildiğim ne de uyuduğum saatler olarak bilincimin tam manasıyla "arada" kaldığı tuhaf, ayakta rüya görmeye ve türlü sürprizlere açık saatlerdir benim için. O sebeple gece kıyafeti ile alçak kaldırımın kenarında oturmuş, uzun bacaklarını nasıl topladığına şaşırdığım, kısa saçlı, sarı röfleli genç kadının varlığından tam olarak emin olamadım. Emin olmak için zihnimi gerçekten açmam gerekiyordu ve bunu yapmak istemiyordum çünkü bu seferde servisteki yarım saatlik ekstra uykumdan olacaktım.


Kadının hayal olduğunu varsayıp, kendime de icat çıkarmak istemeyip yanından kayıp geçtim. Kadının kafasının yanından geçen beni takip ettiğini hisettim, ama hiç bir şey uykumdan daha değerli değildi o sırada.

Ve servisi beklemeye başladım. Güneş ufuktan kurtulmuş, eğik ışıklarını gözüme gözüme sokup uyanmam için baskı yapıyordu. Sabah serinliği de sırtımı ürpertti. Bu bekleyiş bir kaç dakikayı bulduğu için uykum elimde olmayan bir şekilde yavaş yavaş açılmaya başladı. Uyanık ruh hali, gündüzgezen işe yaramaz benliğimi yavaş yavaş ele geçiriyordu. Uykum avucumdan kaçan bir kelebek gibi göğe yükseldi. Artık kuş olsam tutamazdım onu. Uyanmıştım.

Uyandığım zaman ilk aklıma gelen arkamda oturan kadın oldu. Onun gerçekten orada olup olmadığını görmek için dönüp baktım. Orada olmasaydı şaşrımayacaktım.

Oradaydı, işte buna çok şaşırdım.

Biraz evvelki ayaklarımı yere sürüyen, uykusunu tutmaya çalışan yürüyüşümden sıyrılıp sıradan bir sabah mamuru halimle yanına gittim. Bir bacağını kırmış, diğerini uzatmış dertli bir tribe girmişti, erkek gibi sigara içiyordu.

"Günaydın" dedim.

Kaldırımda oturan kadın bir fahişeydi. Bunu sabah ilk defa yanından geçerken de hissetmiştim. Sadece onun gerçek olup olmadığına karar verememiştim. Kıyafeti çok açık değildi, alnında öyle yazmıyordu. Tam olarak bile görmemiştim onu. Ama işte evet, bu bir şekilde çok belliydi.

"Günaydın" dedi.

"İyi misiniz?"

İyi değildi. Suratının yarısını kaplayan iri güneş gözlüklerinin arkasındaki taze, kabuk tutmamış yaraları ve çizikleri görebiliyordum. Tüm yaralara, yorgunluğa ve ucuz röflesine rağmen gerçekten de güzeldi. Gece verdiği hizmetin karşılığını alamamış, bir de üstüne dayak yemiş ve de soyulmuş olarak buralarda bir yere atılmıştı. Bu onun için ilk olmayabilirdi, ama ben öyle birisine ilk defa rastlamıştım. Nasıl yardım edeceğimi bilemedim.

"Eve gitmek için paraya ihtiyacım var" dedi. Elimi cebime attım. Üç lira yetmiş kuruş çıktı. Dizlerimin üstüne çömeldim. Kafasını kaldırıp bana ve arkamdan gelen parlak güneşe bakmaktan kurtulmuştu. "Kusura bakma," dedim. "Böyle sadaka verir gibi olacak ama... Üstümdeki tüm para bu. En az iki vasıta yapabilirsin"

" Kalsın, sağol" dedi. Bir vasıtaya binmek için iki kilometre kadar yürümesi gerekirdi. Ve otoyol kenarında yürümek istemiyordu. Yürüyemeyecek kadar bitkindi, henüz darp edildiği içinde fazlasıyla ürkekti.

O sırada korna sesi duydum, servisim gelmişti. Dönüp omuzumun üstünden baktım. Sonra yine önüme dönüp ona baktım. Bu sabahki ikinci kelebeğinde avucumdan kaçıp gitmesine izin vermek istemedim. Bugün değişik bir gün olsun istedim. Haber vermeden işe gitmeyeyim dedim, hayatımda ilk defa. Hayatımda ilk defa bütün bir günü hiç tanımadığım, güvenmem için hiç bir sebep olmayan birisini tanımaya çalışmakla geçireyim istedim. Eve bir kedi yavrusu alamazdım ama yaralarını temizleyip karnını doyurabilir ve okşayabilirdi onu. En azından bir günlüğüne.

Pervasız kalemim kalem olmakla kalmasın, elime saplansın, damarlarımdan yürüsün, önce kalbime sonra da beynime gitsin, ikisini de sırasıyla kuşatıp ele geçirsin ve tüm günümü pervasızca harcayayım istedim. En azından sadece bu günümü.

Servis ikinci kez kornaya bastı. Geri dönüp elimi kaldırıp "ben gelmeyeceğim" işareti çaktım.

Sonra kaldırıma konmuş kelebeğe döndüm;

"Kahvaltı edelim mi" dedim...

K.

Resim: Lord Frederic Leighton

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About