22 Haziran 2008 Pazar

Dostluk- TUĞBA

Share it Please
Sessiz sedasız içeri girişinden, ses tonundan, her zamanki neşesinin olmamasından farklılık olduğu hissedilmişti. Yanaklarından eksik olmayan tebessümün yerini hüzün almış, gözleri şişmişti duyulmayacak bir ''günaydın'' kelimesi dudaklarından çıkarken.

Kimsenin alışık olmadığı bir durum olduğu için meraklı bakışlar üzerine çevrilmişti ister istemez. Durgunluğundan, canını sıkan bir konu olduğu, etkisinden de kurtulamadığı belliydi. Konuşmak istemediği mesajını verircesine yerine geçerek, dikkatini elindeki işe verdi. Rahatsızlık vermeden, bakışlarımı belli etmeden bir süre hareketlerini inceledim, üzülmesine neden olabilecek konuların neler olabileceğini düşünerek. Etrafla ilgilenmiyor, karşı masaya laf atmıyor, çimen gözlü ile uğraşmıyor ve göz göze gelmemeye çalışıyordu ''herşey yolunda mı?'' sorusu ile karşılaşmamak için.

Yarım saatlik bir sürenin ardından, ''çay alacağım, ister misiniz ?'' diyerek yerinden kalktı. ''Bitki çayı içtik. Belki daha sonra'' diyerek teşekkür etti masadakiler. Çıtır çıtır yanan sobanın üzerindeki çaydanlıktan yeni demlenmiş, ''tavşan kanı'' tabirine uygun bir bardak çay aldı. Demini fazla koymuştu yine. İki kaşık şeker ilave ettikten sonra masaya doğru gelirken telefonu çaldı. Bir elinde bardak, kısık ve bozuk bir ses tonuyla '' Efendim'' diyerek arayan kişiyi dinlemeye başladı. Sakin ve dikkatliydi. Konuşma uzadıkça, bakışları sertleşiyor, başını ve elini ''olur mu canım, sende'' anlamında sağa sola sallıyordu. Hala karşı tarafı dinliyordu. Gözleri masanın üzerindeki pakete takılınca uzanarak bir tane aldı, çakmağını çıkardı ve arka bahçeye doğru yürüdü.

Tam karşımdaki pencereden rahatlıkla görebiliyordum, derin derin çektiği sigarasının dumanını. Dudaklarının kıpırdamasından konuşmaya başladığı anlaşılıyordu. Konuştu, konuştu, uzun bir süre dolaşarak konuştu. Sonra, kanepeye oturdu. Arkası dönük olduğundan yüzü görünmüyordu artık. '' Ne zaman başladın bunu yapmaya ?'' sorusu bakışlarımı lale desenli, geniş yapraklı çini tabağa çevirdi. Yeşil yapraklar, türkuaz yuvarlak motiflerin ardından sıra laleleri boyamaya gelmişti. ''Dün'' dedim yavaşca. ''Hızlı boyamışsın, öğleye kadar biter harhalde'' sorusu konuşmayı devam ettirince ''evet, az kaldı '' yanıtı çıktı dudaklarımdan. Aklım dışardaydı. Başımı kaldırıp pencereye baktığımda arkadaşımın oturduğunu gördüm. İçeri gelmediğine göre, beni bekliyor olabilir düşüncesiyle ayağa kalktım ve arka bahçeye doğru yürümeye başladım.

Kapıyı açtığımda, elindeki ince belli bardaktan çayının son yudumunu içiyordu. İçten bir tebessümle kenara çekilerek, yer verdi oturmam için. Öylesine oturdum, soru sormadan. İsterse paylaşacağını çok iyi biliyordum. ''Altı yıllık dostluğum bitti dün akşam'' dedi, şaşkın ve üzüntülü bir ses tonuyla ve devam etti. ''Arkadaşım, dostumdu, ailemi, sevdiklerimi karşıma almıştım onun için ama yanılmışım, kandırılmışım yılllar boyu. Güvenmiş, inanmıştım ama bak yaşadığım hayal kırıklığına... Dostluk bu mu, hak ettiğim sonuç böyle mi olmalıydı, bunun bana nasıl yaptı, yıllarca yalanlarıyla kandırdı, uyuttu ?'' derken yaşadığı üzüntü, şiş gözlerinden anlaşılıyordu. Neden, niçin sorularının yanıtını arıyordu biraz olsun rahatlamak adına ama yoktu işte. Oysa, ne kadar uğraşmıştı onu çevresine kabul ettirmek, iş ortaklığını uzun yıllar sürdürmek için. Herşey anlamını yitirmişti artık. Güvendiği, dost bildiği insan yıkmış, hayal kırıklığına uğratmıştı. ''Yazık, çok yazık'' dedi sesi titreyerek.

Söyleyeceğim sözlerin teselli olamayacağını bildiğimden sessizce dinleyerek, rahatlamasını sağlamaktı gayem. Konuştukça açılırdı belki. Konuştukça eskilere, sevinçli yıllara döndü derin iç çekişlerle. Gülmüyordu bugün ve komiklikler yapamıyordu. Gerçeklerle yüzleşmek üzmüş, acı vermişti. İnanamıyordu, hak etmediği davranışlarla karşılaşmış olmaya. ''Of of ne kadar zormuş, dost tarafından kandırılmak'' dedi, gözleri dolu dolu olmuşken.

Bakışlarından akşam olmasını istediğini anlıyordum, evine gidip, rahatça ağlayabilmek için. Işıkları açmadan, aile üyeleri sesini duymadan ağlamak istiyordu. Gözyaşlarını içine akıtmaya alışmıştı yıllardır. Dışardan bakıldığında hiçbir sorunu olmayan, soğukkanlı, güçlü bir insan izlenimi veriyordu ama gerçek böyle değildi. Akşam olup, kendiyle kaldığında, sessizliğin şarkısını dinlediğinde durum değişiyordu. ..

Yaşadıklarının kötü bir rüya olmasını ne kadar isterdi kimbilir. İsterdi de biliyordu ne yazık ki rüyada olmadığını. ''Yapabileceğim, birşey var mı?'' dışında rahatça ağlayacağı güvenilir bir omuz gerekliydi şimdi. Güvenilir ve acı vermeyen. Zordu elbet unutmak, yeniden güvenmek. Başını kaldırdı, gülümsedi ve '' İyi ki varsın, dinliyorsun, güç veriyorsun...Yoksa kolay olmazdı'' dedi içtenlikle. Arkadaşımdı o benim, sevincini, hüznünü paylaştığım arkadaşım. Elbette yanında olacak, dinleyecektim. Gözlerim, ışıl ışıl olmuştu mutluluktan ''iyi ki varsın'' kulaklarımda çınlarken...........

Resim: William-Adoplhe Bouguereau

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About