6 Temmuz 2008 Pazar

Veda- YEŞİM ÖZDEMİR

Share it Please

Bir eve daha veda etme zamanı geldi işte… Toparlanıp, eski püskü battaniyelere sarılmış koltukların, esmer ve terli işçilerin sırtında teker teker odadan çıkarılışını izliyorum sessizce. Onlar bir an önce işlerini yapma telaşında bütün odaları hızla boşaltırken , ben hüzünle karışık bir sükunet içinde , hiç bir ayrıntıyı unutmamak adına evin odalarını geziyorum büyük bir dikkatle. Boş duvarlarda yankılanan ayak seslerime kulak kabartıyorum. Ne tuhaf! Daha düne kadar mutfağında yemek pişen, salonundaki televizyonun sesi koridora yayılan , balkonundan sardunyalar sarkan bu ev , bir anda tarifsiz bir küskünlüğe bürünüverdi adeta...

Bir evi “ev” yapan , iki koltuk bir masadan ibaret miydi ki, onlar birer birer boşalırken odalardan, buza kesti ortalık? Giden, eşyalarla birlikte anılarımız mıydı yoksa? Asılı tablolardan geride kalan isli çerçeve izleriyle dolu uçuk mavi duvarı, annemle birlikte boyadığımız günü anımsadım bir anda. Yanaklarımıza sıçrayan boya damlacıklarına bakıp bakıp gülmüştük durmaksızın. Yorgunluktan dizlerimiz titrer olmuştu ama nasıl da eğlenmiştik ! İşimiz bittiğinde ise odanın kapısında, zafer kazanan bir komutan edasında gururla gülümsemiştik birbirimize. Şimdi ise, özenle yapıştırdığımız lila rengi çiçekli bordür, yıpranmış ve yırtılmış öylece duruyor karşımda; suskun… Tıpkı duvarlar gibi…

Doğum günlerinde ya da yeni yılın gelişini kutlamak için hazırlanan nefis mezelerle donatılmış sofralarımız olurdu salonda. Bütün aile –olabildiğimiz kadarıyla- bir araya gelmeye özen gösterirdik. Babam da duvardaki siyah beyaz fotoğrafıyla eşlik ederdi bizlere. 80’li yıllardan kalan hantal müzik setinde herkesin sevebileceği bir radyo kanalını ayarlardık. Mutlaka dans ederken şaklabanlık yapardı aramızdan birileri… O kocaman yuvarlak ceviz masanın etrafında dizilip, kol kola gülümseyerek bakardık objektiflere. Her fotoğraf çekilişinde içimde tuhaf bir ürperti hissederdim. Bir sonraki fotoğrafta aramızdan birilerinin eksilmesinden korkardım hep; hala da korkuyorum ya… Ama yine de gülümserdim…

Annem, kuzeye bakan , rüzgarda dans eden lacivert perdeli yatak odasında uyurdu hep. Odada kopan fırtınaya inat öylesine rahattı ki; şaşırırdım. Sabah, bütün kasları ağrıyarak uyanır; ben de her zaman kızardım ona… Ama o beni hiç dinlemezdi bu konuda... Sıcak öğleden sonralarında gün ışığını sızdırmayan perdelerin loşluğunda, yeğenimle koyun koyuna yatardık ; bir muzipliğe ortak. Başımdan geçenleri komiklik yaparak anlatmamı büyük bir heyecanla dinler sonra da ayaklarıyla yatağı dövercesine tepinerek gülerdi. İkimiz de durulduğumuzda , küçücük ve yumuşak elleriyle yanağımı okşayarak uykuya dalardı sonra; tıpkı küçükken benim anneme yaptığım gibi… Onu doyasıya hatta doymayasıya koklardım; zaman dururdu adeta… Onun peşinden ben de dalar giderdim uykunun gizemli denizine.

Ya ayağımın kırık olduğu dönemde, anneme “ben bir gezip geleyim” diye seslenerek güzel Eylül akşamlarında bir yandan şarap içip, bir yandan da hayatın devinimini izlediğim balkon? Gözüme birilerini kestirip nasıl bir yaşam sürdükleriyle ilgili senaryolar üretirdim kendimce. Hemen aşağıdaki otobüs durağında çevredekileri umursamadan kavga eden genç çift ya da karşıdaki salaş balık lokantalarından birisinden yalpalayarak çıkmış göbekli bir adam , hemen senaryodaki rollerini paylaşıverirlerdi. Gece ilerleyip öfkeli bir nehir gibi akan araçlar giderek azalıp da ortalık sessizleştiğinde, kentin yansıyan ışıklarından dolayı görmekte zorlandığım yıldızları izlerdim saatlerce; kendimle… Yosun kokardı gece… Yosun…

Her ne kadar artık ailemle birlikte yaşamıyor olsam bile, aslında ne kadar da çok zaman geçirdim bu evde … Her odada her duvarda yıllardır biriktirmiş olduğum anılar karşımda öylece durup, dimdik gözlerimin içine bakıyorlar. Ama ne yazık ki artık onlarla vedalaşma ve gitme zamanı geldi her zaman olduğu gibi. Bu evi kendi küskünlüğünde bırakıp, yeni konuklarını ağırlamak için sabırsızlıkla bekleyen genç bir eve gidiyoruz. Yeni anılara ve bizi nelerin beklediğini bilemediğimiz günlere olan yolculuğumuz başlıyor. Yeni bir evle birlikte eskimişliği ardımızda bırakıyor , umutlarımızı tazeliyoruz. O fotoğraf karesinde, daha çok uzun yıllar hiç eksilmemek umudunu belki de… Kim bilir?


Resim: Van gogh

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About