26 Temmuz 2008 Cumartesi

Bulunduğumuz Yol- YEŞİM ÖZDEMİR

Share it Please

O sabah aslında uyanmam hiç de kolay olmamıştı.. Uykusuz ve terden yapış yapış bir halde güne başlamanın keyif verecek nesi olabilirdi ki? Söylene söylene bindiğim arabamın radyosunu açtığımda Barbara Streisand’ın en sevdiğim şarkılarından birisi olan “The Way We Were” çalıyordu. Onun o yumuşacık ve insanın yüreğindeki en gizli noktalara dokunan sesi, aralık pencerelerden sokağa yayılıyordu. Bu naif melodinin hücrelerimden içeri sızmaya başladığını ve yavaş yavaş keyfimin yerine geldiğini şaşırarak fark ettim. İşlerine yetişmek için koşuşturan insanların asık suratları ve yolun açılmasını bekleyen araçların korna sesleri yavaş yavaş silinmeye başladı. Yoğun gri sisten duvarları olan bir tünele girdim.

Tünelin sonunda pırıl pırıl bir gökyüzü beni bekliyordu. Pencereden usulca içeri süzülen güneş, tenimi acıtmadan ısıtıyordu. İşe geç kalmaktan dolayı duyduğum endişeden de, sırtımdan süzülen terin yakıcı neminden de eser kalmamıştı artık. Arabamla yemyeşil bir ovanın içinde ilerliyordum şimdi. “The Way We Were” ün notaları, bulutlarda yankılanıp yağmur olup üzerime dökülüyor, rüzgarla oradan oraya savruluyordu adeta… Gökkuşağından oluşan bir köprünün altından geçerken, yanımda bana eşlik eden kuşlarla selamlaşıyorduk.

Evet! Her birimiz için , bulunduğumuz bir yol vardı. Bu yolculuk sırasında şaşkın, hayran ya da umarsızca ilerlerken bir kısmını kendi isteklerimize göre şekillendirebilmekle birlikte, yolun bizler için hazırladığı iyi ya da kötü sürprizlerle karşılaşıyorduk zaman zaman… Yıllar öncesinden yaşamla ilgili bir benzetme anımsıyorum ama kaynağı aklımda değil: ”Yaşamda bir otobüs (belki de tren) kullanır gibisindir. Bu yolda ilerlerken zaten kendi varlığından haberdar olmaya başladığın anda, yanında birileri vardır. Zaman ilerledikçe yol kenarında yeni yolcular el sallayarak durmanı ve onları da yanına almanı isterler. Onları da seve seve yol arkadaşı edersin kendine. Varlıklarıyla ve sevgileriyle güç verirler sana. Sonra… Sonra bir gün gelir birileri o otobüsten inmek zorunda kalır ya da sen bile isteye onları indirirsin ve yoluna devam edersin; bazen de devam etmek zorunda kalırsın”

Aslında düşünüldüğünde ne kadar da doğru; değil mi? İnenlerle, binenlerle, yolda patlayan lastiklerle, bir nefeslik molalarla, sarp rampalarla, sahil kenarını izleyen rotalarla ve tutmayan frenlerle; yaşam aslına bakarsanız tam da anlatılan gibi değil mi basite indirgediğinizde? İçin sızlayarak inenlere veda edersin. Bir daha asla senin yanında olamayacaklarını bile bile, onlardan sonra yolculuğun boyunca artık hep boş kalacak olan o koltuklara bakarsın; gözlerin dolar. Yeni koltuklar eklersin; ama boşalanları bir türlü söküp atamazsın bir yol kenarı ıssızına… Dingin kumsalları ya da serin ağaç gölgelerini özlersin; anarsın sık sık… “Yol” dur bu ne de olsa; sağı solu hiç belli olmaz…

Bilinmeyenin yarattığı merak ve belki biraz da hayal gücüyle, kafamda bundan sonrası için çok daha güzel bir rota çizdim kendime. Daha mavi, daha yeşil, daha beyaz… Biliyorum… Gene düşündüğüm gibi gitmeyecek bir çok olay. Hiç de beklemediğim aksiliklerle karşılaşacağım. Durup dinlenmem ya da alternatif yolları denemem gerekecek. Hatta belki de yolumu kaybedeceğim. Tam “Kayboldum!” dediğim sırada beklemediğim keşiflerde bulunacağım. Bir bebeğin gülümsemesinden, mum ışığının şarabın kızılındaki aksini izlemekten ve yosun kokusundan keyif almaktan vazgeçmeyeceğim son nefesime kadar…


Müziğin son notaları teker teker dökülürken, arkamdan çalan bir korna sesiyle irkildim. Gökkuşağı köprü ve nota yağan bulutlarla vedalaşma zamanı gelmişti. Gerçek hayatta “yeşil ışık”, geçmemizin zamanı geldiğini anlatıyordu ne de olsa…Arada sadece tek bir fark vardı; bu sefer hareket etmekte hiç acele etmedim. Gülümseyerek direksiyonu kavradım.Yola çıkma zamanı gelmişti. Yeniden…Kendi yoluma…

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About