26 Temmuz 2008 Cumartesi

Do, Re ve diğerleri- FULYA

Share it Please
Çok tuhaf bir rüya gördüm. (rüyalar genelde tuhaftır zaten. En azından benimkiler öyle.) Şöyle bir sahne ile başlıyordu rüya; Ben büyük bir yalının önünde duruyorum. Üzerimde pamuk prenses kıyafeti var (Bilinçaltım kesinlikle benimle kafa buluyor. Pamuk prensesmiş! Pöh!) Her neyse üzerimde pamuk prenses kıyafeti var ve saçlarım da Tina Turner tarzı kesilmiş. (Allahım Yarabbim hangi insanın bilinçaltı bu kadar alaycı olur? Eminim ben sabah uyandığımda bu rüyayı kızgınlıkla anımsarken o bana kıs kıs gülüyordu. Bu saç modelini taşımaktansa 3 yıl evden çıkmamayı tercih ederim.) Neyse, ben yalının merdivenlerini çıkıyorum usul usul. Arkamda bir jazz orkestrası. (Bari saçım Ella Fitzgerald gibi olsaydı.) Kapıyı çalıyorum. Sersem suratlı sarışın bir kız çıkıyor. Yüzünde salak bir gülümseme var. O kapıyı açar açmaz orkestra çalmaya başlıyor, ben de şakımaya: "Happy birthdaaaaay to youuuu"

Ben buna rüya ya da kabus demiyorum, buna olsa olsa bilinçaltı kazığı denir. Şunun yaptığına bak; sen tut beni pamuk prenses yap (Halbuki ben olsam olsam... Sahi ben hangi masala uyuyorum?), aslan yelesi gibi bir peruk tak başıma, koskoca bir jazz orkestrası önüne bu kılıkta çıkar, yalıda yaşayan şımarık, sersem bir sarışının doğumgünü için şarkı söylet. Pöh ki pöh...

*****
Sabah, rüyada söylediğim doğumgünü şarkısını düşünüp, gülerken aklıma o şahane film geldi: Blue in the face nam-ı diğer "Surat Mosmor". (Aslında benim rüyanın adı da bu olabilir. O kıyafet ve o saçla "Happy Birthdaaay tooo youuu" diye şarkı söyleyen birinin suratı başka ne renk olabilir ki zaten.)

Filmde Madonna kırmızı mini bir elbiseyle Harvey Keitel'ın Tütün Mamulleri Dükkanının önüne gelir ve Keitel'in karşısına dikilir. Aradığının o olduğundan emin olduktan sonra "size bir telgraf getirdim" der. Keitel telgrafı almak için elini uzattığında "hayır bu şarkılı bir telgraf" der ve başlar telgrafda yazanları şarkı olarak söylemeye. "Anlaşma bozuldu STOP Dükkanı satmıyorum STOP Haftaya görüşürüz STOP Sevgiler sana STOP Las Vegastan STOP" Keitel hem aldığı haberden hem de şarkıdan oldukça keyiflenir.

Düşündüm de eğer bizim telgraf sistemimiz de böyle olsaydı... Mesela sevgilin seni aldattı. Telgraf şirketini ara. Yollasınlar Güllü'yü. Çalsın adamın kapısını başlasın söylemeye: "Sevda bitti oldu yalaaaaan STOP, canım dedim çıktı yılaaaaaan STOP, ondaaaaaaan ağlamam ondan STOP" diye. Hatta Güllü'yü bizzat ara, anlat hikayeni, bonus olarak adamın suratına bir de Osmanlı şamarını aşketsin ve STOP yerine STANKKKK desin tokat efekti ve son nokta olarak. Vallahi emin ol fazladan ücret istemez. Hassas kadındır o böyle konularda vesselam.

****
Yüzümde saçma sapan şeyler düşündüğümü gösteren bir gülümsemeyle işe gittim. Sabahın sekizinde muhterem şahsın birinin dinlediği davul zurna havaları karşıladı beni. İş yerine mi yoksa bir düğünün ortasına mı düştüm diye düşünürken daha beter bir düşünce gelip yerleşti aklıma; Ya rüya hala devam ediyorsa? Ya hala pamuk prenses kıyafeti varsa üzerimde? Ya kafamda hala Tina Turner'ın aslan yelesi saçı varsa? Üstüme baktım, elimi saçıma attım. Evet sorun yok herşey normal, siyah pantolon, beyaz kazak, kıvırcık saç. İyi de rüya değilse sabahın köründeki bu davul zurnanın gerçek olma ihtimali neydi?

Birazdan davul zurna sesi kesildi ve o muhterem şahıs en acılısından bir Orhan Gencebay şarkısı dinlemeye başladı ki; bir an masama bir kadeh rakı bir kaç meze koyacaklar, hep birlikte sabahın bu saatinde içeceğiz gibi bir hisse kapıldım. Masamın önünden kederli yüzlü insanlar geçtiler. Yukarı kata doğru bağırdım: "Sabahları neşeli birşeyler çalsanız da hepimiz bu kederden kurtulsak." Orhan Baba sustu, ortalığı bir sessizlik kapladı. Garip bir boşluk doğdu nedense. Sanki tüm duyguları biri alıp torbaya doldurmuş götürmüş gibi, tuhaf adlandırılamaz bir boşluk. Ben yerime dönerken birden o boşluğun yerini "Rakkas geldi meydane, al bastı ak gerdane, böyle dilber gördün mü ey meclis-i şahane..."" diyen Sezen Aksu'nun sesi doldurdu. Yukarıdaki muhterem bağırdı: "Şimdi oldu mu abla?"

*****
Gün akıp geçti sabah, öğle, öğle sonrası. Onlarca şarkı dinledim, kederli, neşeli, insanı yerine çivileyen, "bu ne yahu böyle" dedirten onlarca şarkı. İş çıkışı benim bir patates çuvalı olduğumu bilen bir arkadaşım emrivakiyle, beni arabasının içine tıktı. Ben mızıkçılık yaparken gaza basıp "çok güzel olacak bak vallahi söz veriyorum çok eğleneceksin" diye diye itiş kakış bir salonun kapısından içeriye soktu. Tıklım tıkış salonda bir yer bulup oturduk.

Sahneye üç genç adam ve üç genç kadından oluşan bir grup çıktı. Ben sandalyeme yayılmış otururken birden tüm salonu enfes bir keman sesi doldurdu. İnanılmaz bir sesle salon sessizliğe gömüldü. Büyülenmiş gibi sahneye bakarken o ufacık kadının gırtlağından öyle bir ses yükseldi ki kelimelerle anlatılmaz: "Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye, inleyen şu kalbimin sesini ağyar duymasın diye." Peş peşe öyle şarkılar geldi ki sanki ışıklar içinde yıkandı ruhlarımız.

*****
O gece uyumadan önce müziğin hayatlarımızda ne çok yer edindiğini hatta ruh hallerimizi bile bir anda değiştiriverecek bir güce sahip olduğunu düşündüm. Tüm bu melodilerin, notaların, şarkı sözlerinin insanlığın en büyük buluşarından biri olduğunu bir de. İlk müziği kim yapmıştı ve nereden doğmuştu acaba? Ve bunları düşünürken o geceki rüyamın zeminini de hazırlamış oldum.

Mağara devrinde elimde kemikler ve anlaşılmaz seslerle şarkı söyleyen biri olduğumu gördüm rüyamda. Ah müzik müzik müzik... Kemiklerden oluşan müzik aletleri ve anlaşılmaz sözlerle söylendiğinde bile müziksin...

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/2208112/

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kabus ya da senin deyiminle ''bilinç altı kazığı''nın ardından gelen müzik faciası ve nihayet kulaklarını ve ruhunu dinlendiren bir final..Tina Turner gibi saçların vardı demek.. O halini düşünüyorum da...Neyse kısa bir andı o düşünme süresi...Şarkılı telgraf sisteminin gerçek olmasını isterdim ben de..Olumlu ya da olumsuz her iki açıdan da kolaylık olurdu insanlar için...Sevgiyle..

Blogger templates

Blogroll

About