12 Temmuz 2008 Cumartesi

Huysuz- KEREM OĞUZ

Share it Please
Fabrikada öğlen yemeğine tek başıma gitmeyi başarabildiğim günlerden birisiydi. Tepsimde salata, cacık, su böreği ve karpuz vardı. Keşke hergün böyle olsaydı yemek. Sıcak yemeği sevmiyorum pek, heleki bu sıcaklarda. Tepsimde bunlar vardı, tepsi de elimdeydi. Az sonra yiyeceğim yemek şimdiden neşelendirmişti beni yani neredeyse mutluydum bile diyebilirim. Ta ki oturabileceğim iki masadan birinden beter iki karaker olduğunu görene dek. Çok konuşan, sadece işten konuşan patroniçe ve samimiyetsiz abidesi iskelet Ertan... İkisinden birisinin masasına oturmam gerekiyordu. Allah kahretsindi ve kahretsindi. İşte o an dünyam birden yıkıldı.

İkisininde yanına oturmamak için onlarca neden sayabilirdim. Ama patroniçe Ertan'ı göğüs farkıyla geçiyordu. Çünkü memeleri o kadar büyük ki onlara bakarken güleceğim diye korktuğumdan samimiyetsiz Ertan'ın masasına yöneldim. Çok konuşmasın diye acayip başım ağrıyomuş, hiç dinleyemeyecekmiş gibi yaptım yüzümü. Sanki kardeşini görmüş gibi sevinmiş bir ifade ile "naber kerem yaaa" diye bir çığlık attı. Tuttuğu takım gol atmış gibi. Ulan pezevenk bir kat üstünde çalışıyorum bu kadar özlediysen gel de iki laf edelim. Aslında mesele bu değil, birbirimizi hiç sevmiyoruz ama en azından ben bu konuda dürüstüm. Onu her gördüğümde yüzümde kötü bir koku almış gibi bir ifade oluyor. Belki de o, o ifadeyi benim doğal halim sanıyordur bilemiyorum. Ben bu Ertan'ın çocukluğunu bilmiyorum ama eminim ki o böyle ağladığı zaman sesi kısılan iğrenç erkek çocuklarından birisiydi. Çok da dayak yediğine eminim. Aynı mahallede büyümüş olsaydık onu çok döverdim. O kadar döverdim ki beni gördüğünde hep yolunu değiştirirdi.

Fakat işte ağaç yaşken eğilir ve her şeyin bir zamanı var. Şimdi bu saatten sonra dövsem kime ne faydası var? Ben kovulurum zaten. Dışarıda dövsem yine olmaz. Maske taksam yakışmaz. Geçtim artık o dönemleri de... Maskeyle adam dövmek falan. Kaç senedir yapmadım.

"İyidir Ertan senden naber" dedim. Aynı gün içinde ondördüncü müşterisini ağırlayan bir fahişenin sekse aç olduğu gibi açtım onunla muhabbet etmeye. Tepsisinde hem baklava hem de meyve vardı. Aslında bunlardan sadece birisini almamız gerekir. Ama Ertan hergün ikisini de alır. Hem de diyet menüsündeki porsiyonlara da sulanır. Bu kadar yemesine rağmen solucan gibidir. Gören geçen hafta hastahaneden çıkmış, veremi yeni atlatmış sanır. Ertan tıpkı bir balık gibi yer. Faydalanabileceği herrrşeyden sonuna kadar faydalanır. İhtiyaç gidermek değil de faydalanmak öndedir onun için. İhtiyacı olmasa da, hakkı da olmasa o bir şekilde faydalanmayı bilir. Bir poşete sıçıp Ertan'a göndersen mesela, bak bunu patron tüm çalışanlara dağıttı desen mesela, kaşık kaşık yer Ertan o poşetin içindekileri. Kaçırmaz.

"Önce baklavayı sonra meyveyi mi yiyorsun?" dedim. Gerçekten de baklavadan son lokmayı aldıktan sonra karpuza yöneldi. "Endüstüri mühendisi yaklaşımı ile yiyorum" dedi. "Sonuçta hepsi aynı yere gidiyor"

"Öyle mi?"dedim içimden. "Biz ona halk arasında gerzek yaklaşımı" deriz... "Ağzının tadını bilmeyen senin gibi hıyarlar öyle yer" diyerek baktım gözünün içine. Burnumdan sıcak nefes çekti. O sırada arkamdan Kerim Bey siz eksik malzeme karşılığını ne yaptınız diye" bir ses duydum. Döndüğümde patroniçenin memeleri ni burnuma 4 santim uzakta olduğunu fark ettim. Allahım yaa.

Ofsaytlara dikiz;

Bir kere, KERİM KİM ULAN? Hiç sevmiyorum bana kerim denmesini. Kerim dediği yetmiyor, bir de arkasına BEY deyiveriyor. Edepsiz. Su böreğimden bir lokma alacağım tam, artık o benim dinlenme sürem yani, bana iş soruyor. Bir de üstüne çoktandır yapmam gereken ama elimi bile sürmediğim bir işi sorarak beni yalana ve dolayısıyla günaha gark ediyor. Densiz. Memelerden ise bahsetmek bile istemiyorum.

Diğer yandan samimiyetsiz Ertan, hazırlıksız yakalandığımı yalanı gizlemesenin zor olduğu profilimden anlıyor ve bu hoşuna gidiyor. Ben gürmüyorum ama o sinsi gülüşünü hissediyorum. Kırışık kırışık oluyor gözlerinin kenarları, pis dişleri gün yüzü görüyor. Soğuk kanlılığımı koruyup seri yalanlar söylüyorum. Patroniçe aslında bunlar yemez ama beni sempatik bulduğundan pek üstüme gelmiyor. Zaten aklımdan geçenlerin bunlar olduğunu bilseler beni burada hayatta tutmazlar. Çünkü ben iş yerimin sempati güzeliyim. Her kadroda bu şekilde var oldum hayatımda.

"Tamam Kerim Bey (bak hala!) sen onları halledince bana bir meyil atarsın" diyor ve gidiyor. Önce kendisi dönüyor, memelere 3 saniye sonra bedenden dönüyoruz arkadaşlar komutu ancak ulaşıyor ve onlarda dönüyor. Hepsi beraber gidiyorlar. Ben ise döndüğümde Ertan'ın hala sırıtan suratıyla karşılaşıyorum. "iyi kurtardın" diyor.

İşte bu yüzden sevmiyorum aslında onu. çünkü birbirimizi kandırmamıza imkan yok. Neyi kurtarcam yahu diyip asabiyet yapıyorum. O an için "yaşımız geçmiş olsa da yine de seni dövebilirim" bakışımdan ötürü üstüme gelmiyor. Hayret bir ŞEY derken, tam ŞEY derken ağzımdan fırlayan küçük bir su böreği parçası Ertan'ın karpuzunun üstüne konuyor. Ertan bunu fark etmiyor ben de tabi uyarmıyorum. Yemekten kalkarken Ertan'ın burnunda bir kuruşun yarısı kadar yemyeşil bir taze sümük parçası olduğunu fark ediyorum. Uyarmıyorum. Onu gören herkes ondan iğrensin istiyorum....

K.

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About