12 Temmuz 2008 Cumartesi

Son Kuşlar- ÜÇ NOKTA

Share it Please

Damar damar olmuş çatlak bir toprağın çıplak göğsüne basıyor ayaklarım. Göz alabildiğine ıssızlık burası. Her yer susuz, her yer kuru; çatlamış dudaklar gibi. Ne bir kuş, ne bir ağaç. . . Sadece bir rüzgar var. Onun da bulup bulabildiği kurumuş dal parçaları. . . Önüne kattığı gibi savuruyor, hiçbir engele takılmadan, yitip gidiyor çorak toprağın üzerinde savrulan.


Burası bir tutam yeşile hasret, hayatın bittiği yer gibi. Kıraç toprağı adımlarken küçük de olsa bir yaşam belirtisi arıyorum. Yok! Sonsuz bir terkedilmişlik. . .

Taşlaşmış toprağın iri çatlakları üzerinde ilerlemeye çalışıyorum. Bu uçsuz bucaksız yer bir zamanlar öyle ferah, öyle serin, öyle yaşam doluymuş ki. . . Gölmüş; bir iç göl. O gölün tam ortasındayım şimdi. Sağım solum önüm arkam her yer ıssızlık. . .

Kendi kendine yeter, kurumaz demişler. Yıllar yılları devirmiş, yaşlıların kıyamet alametleri dediği adım adım geliyorum demiş. Ne anlayan olmuş ne umursayan. Önce suları azalmış günden güne, azala azala... Derken buharlaşıp tükenmiş. Tatlı balıkları, gece şarkıcısı kurbağaları, kuşlara sığınak kamışları, kenarında uzayıp giden kavaklarıyla beraber. . . -Ki rüzgar estiği vakit nasıl da güzel eşlik eder kavakları, ne tatlı bir hışırtıdır o. . . -
Şimdi kimse tepenin ardında ki gölü görebilmek için bir solukta koşup önüne serileveren o eşsiz manzarasıyla gözlerini, ruhunu mükafatlandıramayacak. Yaz sıcağında karpuz çatlatan suyuyla serinleyemeyecek kimse. Biraz daha azalacak tadı tuzu sofranın. Çocuklar hep soracak o can alıcı soruyu: Neden? Neden böyle oldu?!Bulup buluşturup adam gibi bir yanıt veremeyecekler.

Bunları düşünürken mütevazı balıkçı teknelerini arıyor gözüm. Ama yok! Bu kurumuş gölün tek kader arkadaşı diye düşündüğüm tekneler de gitmiş. Ama nereye?!
Bir yandan da sevinmeli galiba. Bir de balıkçı teknelerini görürsem; onların kolu kanadı kırılmış gibi görünen halini, kırık küreklerini, daha bir kasvet basar içimi deyip seviniyorum. Ama çok sürmüyor bu anlık sevincim. Uzaklardan beyaz bir bulut olmuş kuşlar geliyor sürü sürü. . . Önce alçalır gibi oluyorlar. Derken neye uğradıklarını şaşırmışcasına çığlık çığlığa havalanıyorlar. Dağlar aşıp okyanuslar ötesinden yılın bu zamanı gelen kuşlar bunlar. Yuvalamak, soluklanmak için geldikleri yerde şimdi ne bir mavilik, ne bir damla su. Ondan mı bu haykırış gibi çığlıkları? Hiçbir yere konamamanın sarsıntısı mı?

Bir kuş oluyorum o vakit, kime ne söyleyeceğimi bilemiyorum.

Bunlar Sait FAİK'in 'Son kuşları' belki. Aynı adı taşıyan o güzelim hikayesinde 'kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı 'der.

En olmaz olası ise hala yüreklerde bir sağırlık. Küresel ısınma diye diye feryat figan eden bir dünya, üç maymun insanoğlu. Bir aymazlık ki. . .

Ben, sen, o, biz, siz, onlar. . . . Kim duyacak zamansız eriyen karın sesini, kim anlayacak uykuya dalamayan börtü böceğin, kuşun halini. . . Kim!?

Dengesini gün be gün yitiren sarsak dünyanın bir de ahı var oysa. Ve aheste aheste değil; bir anda başa geliyor. Sonumuz hayra alamet değil; hiç değil!

Sait Faik' e hak vermemek elde mi:

“. . . Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler (kuşlar)göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi. . . ” (*)

. . .

(*) Son Kuşlar isimli hikayesinden. . .


Fotoğraf: http://www.dickeybirds.com/Wild-birds_1.jpg

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About