19 Temmuz 2008 Cumartesi

Profesyonel- NİHAL YETKİN

Share it Please

Mesai saatine beş dakika kala şirket kapısından hızlı adımlarla girer. Ne de olsa hızlı adım işe istekli ve hazır olmanın simgesidir ona göre. Orta yaşı geçkin. Hafızası sapasağlam. Ama ya ruhu? Tanıdıkça, adeta boynunu eğmiş, buruşmuş bir gelincik gibi. İçindeki kırılganlığın tersine, dış görünüş son derece köşeli, kaskatı. İşte yine saçlar aynı şekilde sımsıkı bağlanmış, yüzünde göze batmayan bir makyaj, üzerinde bir zamanlardan kalma ciddi ama temiz, ütülü tayyör... Hep dimdik yürür, belli birine bakmadan. Sanki başının üstünde bir kitap taşıyordur. Gördüklerine kibar bir"Günaydın" demeyi esirgemez, ama gerisi de gelmez. O selamlaşma bile muhatabına lütuf gibi gelir zaten. Ama bir profesyonellik sayar bunu, ve "profesyoneller" lüzumsuz samimiyet içine girmez öyle her önüne gelenle…

Kapısını açar. Anahtarı kapının dışında bırakır, sırf "içerde çalışan biri olduğu hemen göze çarpabilsin" diye ama tahmin edilebileceği gibi, anahtarının ucundan öyle süslü bir şey sarkmaz. Anahtarın üzerinde oda numarası vardır, hepsi bu.

İlk durağı masasıdır. "Bir profesyonelin masası böyle olmalı" der. Belki ağzından dökülmez bu sözcükler ama öyle hissettirdiği kesin…Masanın sağ köşesinde en son yapılan işin dosyasını tutar. Birbirinden ayrık sayfalar, birbirinin tam üzerine getirilmiş, neredeyse el değmeden hazırlanmış gibi sahibini bekler. Ortada sade bir masa takvimi, elde yapılacak işler için ise hemen sağ elin uzanma mesafesinde silgi ile uçları sipsivri açılmış iki kurşunkalem bulunur. Öyle ya, birinin ucu kütleşirse, diğeri hemen imdada yetişmeli, lüzumsuz vakit kaybı yaşanmamalıdır. Bu ihtimaller hesaba katıldığında, profesyonel dediğinin hep bir yedeği bulunur. Ama üçüncü bir yedek tutulmaz, bu israfa girer olsa olsa. Bu olmazsa olmazların dışında elbetteki iş yerindeki masanın üstünde çiçek, böcek, biblo, miblonun yeri yoktur, masanın gerisindeki panoya dağınıkça serpiştirilmiş kameraya garip garip gülen aile fotoğraflarının, lüzumsuz beylik lafların da. "Profesyoneller" özel hayatlarını ve dünya görüşlerini böyle uluorta sergilemez.

Masaya çok yakın bir yerde ise büyük harflerle dikkat çeken "Gelen Evrak" ve "Giden Evrak" bölümleri bulunur. Buradaki dosyalar müsait bir zamanda itinayla numaralanır, tematik ve kronolojik olarak ayrı ayrı dosyalanır.

Sabah ilk iş olarak masasının üzerini kolonyaladığı selpağıyla güzelce siler. Masa temizliği bittikten sonra, sıra pencereleri pür telaş açmaya gelir. Pencereyi açınca dünyaya açılmaz ama. Kuş cıvıltılarını, meltem sesini duymaz. Varsa yoksa işi için gereken oksijeni alabilmektir gayesi!!!…

İş koltuğuna hep aynı şekilde oturur. Sanki piyano çalar gibi. Tam ucunda. Ama öyle rahat bir görüntü vermez, aksine görünmez bir diken üstünde gibi. Ama ona sorsanız, o önündeki işe böyle daha iyi yoğunlaşabildiğini söyler.

Sıra çalışmaya başlamak üzere bilgisayarı açmakta. Bilgisayarla arası iyi değil. Ona güvenmediği için daha sıkı basar tuşlara. Bilgi işlemcilerin korkulu rüyasıdır ama bilmez! Bir işlem bitmeden diğerine geçmek istediğinde defalarca bastığından hep bir problem çıkar. Bir de psikolojik olarak hep kötü bir şeyler olacağı beklentisi olduğundan bilgisayar da er geç boyun eğer bu beklentilere, ikide bir çöker, virüs girer, programlar kaybolur…

İşini titiz yapar, ertesinde çifter çifter kontrol eder. Yaptığı iş genelde beğenilir, saygı görür. Ama o bir sonraki işine aynı gergin ruh haliyle başlar, "Her şey bir profesyonele yakışır şekilde dört dörtlük olmalı" Eskaza ufacık bir hata yapsa tekrar tekrar özür diler. Kendi dışında aynı kadroda birinin yaptığı işi değerlendirmesi istendiğinde ise olumsuzlukları olumlu yönlerden daha fazla görür. Tirada başlar, bir kasedi yuvasına yerleştirip "çalıştır" düğmesine basmışsınız gibi başlar bir bir yapılacakları saymaya...

Telefonla yaptığı iş konuşmalarına kibarca "Alo, buyrunuz efendim" diye başlar. O an hangi ruh halinde olursa olsun ser verip sır vermez bu ses. Ama konu işle ilgiliyse sesinin serbestçe dalgalanmasına elbette izin verir. Mesela kendini tanıtmadan iş talebinde bulunanlara haddini görüntüde-kibarca- bildirir, "Kiminle görüştüğümü anlayamadım, arzu etsem, isminizi bağışlayabilir misiniz?" Karşı taraf bu fena halde gerilmiş ses karşısında ezik büzük kendini tanıtır ama talebini sözcüklerden maksimum ekonomi ile ve bir an önce bu gerginlikten kurtulmak üzere yapar. O ise iş hayatında telefon konuşmalarının kısa ve özlü olması gerektiğini savunduğundan, konuşmanın ani bitişinden hiç mi hiç rahatsızlık duymaz.

Geçici olarak odasına ikinci bir kişi yerleştirildi mi, onunla iletişimini yine minimumda tutar. O kişi onun için ha başka bir odadadır, ha onun odasında…Bu davetsiz misafir ne kadar ısrar ederse etsin, yaşça ondan ne kadar küçük olursa olsun, ona sadece isimle hitap etmeyi reddeder, sonuna hanım ve bey' i ekleyiverir. Bu sözcükler onun ağzından çıktığında bir saygı ifadesinden olmaktan çıkar, konuştuğu kişiyle arasına aşılmaz bir camdan duvar örer. Öyle ki oda arkadaşı hapşırsa "çok yaşa" demek bile ona laubalice gelir, kazara elinden bir şey düşse, gözlüklerinin üzerinden öyle bir bakar ki düşüren kendini büyük bir suç işlemiş gibi hissedebilir. Artık sinek kanat çırpsa kendinden bilir. Bu istenmeyen ikinci kişinin yanına biri hatır sormaya veya dertleşmeye gelse, rahatsız olduğunu önündeki işi sesli yapmaya başlayarak ifade eder. Misafir bu beklenmedik tepki karşısında binbir özür dileyip süklüm püklüm dışarı çıkmak zorunda kalır. Zaten bu yaptığından sonra ikinci kez aynı büyük hatayı işleyen görülmemiştir…

Bölüm içi sosyal fona katılmaz. Hediye verirse karşı tarafın yükümlülük altına gireceğini, kimseyi zor duruma düşürmek istemediğini düşünür. Kutlama veya taziyesini olabilecek en kısa sürede ve konu kimi ilgilendirirse ilgilendirsin eşit mesafede ve neredeyse aynı yüz ifadesiyle yapar. Fazlası "profesyonellik"e sığmaz!

Gün boyu sessizce ve zamanında önündeki işini yapar bitirir. Mecburen oda dışına çıktığında ayaküstü sohbetlere ve komşu odalardan yükselen kahkahalara şaşıp kalır. Ne vardır bu kadar gülünecek? İşler savsaklanıyor mutlaka bir yerlerde, bu kendini bilmez kişilerin amirleri uyuyor mudur bir yerlerde, anlayamaz bir türlü….

Akşam olur. Mesai biter. Masasını sabah bulmak isteyeceği şekilde, düzgün bırakır. Makyajını tazeler. Çantasının fermuarını gönül rahatlığıyla kapatıp, çantayı yavaşça omzuna atar. Odadan çıkmadan boy aynasına şöyle bir bakar, "her şeyi düzgün duruyor mu?" diye. Yüzüne kondurduğu o tipik kozmetik gülümsemeyle, orta hızda adımlarla servis arabasına biner. Kendini koltuğa bırakır, günü kazasız belasız bitirmiş olmanın verdiği o engin huzurla... Saatine bakar, beş dakika sonra teker dönecek ve araba onu bir sonraki güne daha verimli başlaması için dinleneceği evine bırakacaktır…

Bazılarımız ona baktıkça düşünürüz, "İnsanlar kendinden önce yaratılmış kavramları kendi mizaçlarıyla nasıl tekrar doldurup kendi yaşamlarını ona göre nasıl şekillendiriyor ve etrafına nasıl yansıtabiliyor" diye. Kavramların salt biçimlere indirgenebildiğini veya öyle takdir görebildiğini farketmek veya ciddiyeti profesyonellikle bu denli bağdaştırabilmek tedirgin eder. Bazılarımız ise kişinin düşündürdüğüne değil, kişinin kendisine takılır kalır. Kendini ve işini gücünü bırakır, "O bu kadar işkolikken pardon –dilim sürçtü- profesyonelken- Acaba emekliliği nasıl olur?" diye acımayla karışık bir merak duygusuyla, büyüteç altına alıp "özellikle" izler onun bu günlük hallerini ve sohbet esnasında konuyu ona ve onunla ilgili bize göre "ilginç", ona göre "profesyonel" bir noktaya getirip kazır hafızalara. Görünen o ki kendini ne kadar görünmez kılmaya çalışırsa çalışsın, görünürlük derecesi zannettiğinden çok yüksektir. Üstelik o "profesyonel" halleriyle her gün bir kere daha hepimize ispatlar ki "Bekçi Murtaza" bir tek o düşündürücü kitabın unutulmaz kahramanı değildir…

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About