18 Mayıs 2008 Pazar

Yedi peçeli insanın kaderi-MEHMET SAĞLAM

Share it Please
Oyunculuk, onları doğanın zor koşullarında yaşamaya hazırlayan bir antrenmandır aslında. Fakat bağımsız yaşamayı öğrenir öğrenmez oynamayı bırakır, birden ciddileşirler bütün memeli hayvan yavruları.

İnsan yavrusu da oyuna düşkündür ama bir farkla; oyunla başladığı hayatı sonuna dek oyunla sürdürür birçoğu. Üstelik artan bir zevkle ve gelişen beceriyle...


Daha konuşmayı öğrenmeden yaratıcı oyunlar öğrenir bebek ve örneğin yalnız kalınca ağlayıp ilgi çekme oyununda kısa sürede ustalaşır. Hele karnı acıkınca camları titreten ses tonuyla oynadığı o rol var ya; Oscar ödüllü sinema sanatçılarına taş çıkartacak cinstendir.


Oynadıkça kazandığını öğrenen çocuk, sonunda, vazgeçilmez bir yöntem olarak benimser oyunculuğu ve böylece hayatı tiyatral bir oyun olarak geçirme eğilimi mantık, zekâ ve duygu örgüsüne nakış nakış işlenir.


Ergenlik çağında duygusal/seksüel senaryolar yazıp oynadıkça tüm yaşamını bir maskeli balo gibi kurguladığının bilincinde değildir aslında. Ama gençlik çağını genellikle yerel tiyatrolarda oynanan yarı profesyonel piyeslerle geçirirken, tiyatral zekâsını daha büyük sahnelere hazırlıyordur çoğu kez.


Ve tabii o çocuk otuzlu yaşlara girmeden önce "makyajsız ve maskesiz" yaşayamayan deneyimli bir “oyuncu insan” olup çıkmıştır artık. Yedi peçelidir. Bir peçeyi açtığında ortaya çıkan gerçek yüz değil, altıncı peçedir.


Yıllar geçtikçe maskelerine, peçelerine ve kabına sığmayan oyunculuğuna öylesine güvenir ki, çapını çok aşan büyük oyunları kurgulamaya başlar ve gözünü kırpmadan sahneye koyar. Yıllarca sahneden inmeksizin, oyun içine oyun sığdırdığı çeşitlemelere de girişir bazen.


Fakat kendini Dante gibi ortasında bulunca ömrün, birden enerjisi düşer, sendeler ve sahneye yığılıp kalır. "Tansiyon düşüklüğü" yüzünden perde bir süreliğine kapanır; ama tiyatro binasını bir türlü terk etmek istemeyen oyuncu insanın tedavisine kuliste devam edilir.


O kriz anında dahi usta sihirbazlara taş çıkaran bir beceriyle daha büyük senaryolar üretir maskeli insan. Sahneye tekrar çıktığında ya sonunun nasıl biteceğini bilmediği bir politik oyunun içindedir ya da hesaplı risklerle dolu apolitik oyunlar; sosyal, müzikal, sportif vs.


Başlar gülenle gülmeye, ağlayanla ağlamaya. Sempati, empati, dertpati artık en sevdiği sözcüklerdir. Şarkılar söyler, operaya yeltenir, oda müziğiyle sakinleşir. Veya Napolyonlaşır; “para para para” diye ritim geliştirdikçe daha büyük sahnelerde rol kapma umuduna bağlanıp gider.


Kısacası oynar da oynar; daldan dala konar, her çiçekten bal alır ve rengârenk peçelerini sürekli yeniler.


Fakat bir gün dank eder kafasına...


Bakar ki, usta senaristlerin yazdığı ve deneyimli koreografların sahne tasarımlarını hazırladığı o küresel oyunda bir figüranmış sadece.


Ve ancak o anda, -büyük bedeller ödemiş olmanın acısını iliklerine kadar hissettiği o dakikada- fark eder hayvanların niçin hayatı ciddiye alıp oyunculuğu zamanında terk ettiğini.


Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About