11 Mayıs 2008 Pazar

Mektup-KEREM OĞUZ

Share it Please

Sevgili Güzin Abla,

Arkadaşlarımın katılacağı ilk doğumgünümü hatırlıyorum. 10 yaşında falan olmalıyım. Bir felaketti. Çünkü mahelleden arkadaşlarım ve okuldan arkadaşlarım kaynaşamamıştı. Hangi gurupla ilgilensem diğeri dudak büküyordu. Misafirlerimi kaynaştırmak için kendimi parçalarken daha da korkunç bir şey oldu. Kapı çaldı. Kuzenlerim gelmişti. Etti mi sana üçüncu gurup ?

Bugün hala hayatımdaki tüm tarafları memnun etmek için kendimi parçalıyorum ve hiçbir yere yetişemiyorum. Neyim ben? Geyşa mıyım a.k.? Bu ve benzeri olaylar sıklıkla tekrar ediyor. Daha ilk mektubumda sinirlendim. Kendimi sükunete davet ediyorum.

K.

Sevgili Kerem Efendi,

Bazen insanların bir şeyleri yoluna koymaları için onların "varlıklarına" değil "yokluklarına" ihtiyaç vardır. Böyle durumlarda kenara çekilip, gurupları ve hayatın tüm taraflarını kendi hallerine bırakmak gerekir. Bazen sakin olmak çok ciddi bir efor ve emek gerektirir. Sakin ol lütfen. Küfürü de hiç sevmem bilesin. Eşşek herif!

Ablan Güzin...

***

O mektup asla gelmez...

***

Küçükken postacı köşeyi dönüp bizim sokağın ucunda gözüktü mü, oyunu, kavgayı bırakıp etrafını sarardık. "Manolya apartmanı 11 no'ya mektup var mı" diye sorardım her seferinde. Sadece ben değil, tüm diğer çocuklar da kendi apartman ve dairelerini söyleyip kendilerine mektup gelip gelmediğini sorardı. Mektup var mı yok mu, buydu bütün derdimiz. Varsa nereden gelmiş, kimden gelmiş, içinde ne yazıyor hiç umurumuzda değildi. Nasıl olsa kimse bize yazmıyordu. Daha aşık olmamıştık, mektup göndermemiştik ve daha da önemlisi cevap beklemenin ne demek olduğunu bilmiyorduk.

***

O mektup asla gelmez...

***

Pek sevgili insan kaynakları kişileri,

Bir iyi niyet gösterisi yaptınız ve beni işe aldınız. Size saygım ve sevgim sonsuz. Fena da günlerimiz olmadı bu kısa dönem içinde. Fakat bugünkü toplantıdan sonra ben artık devam edemeyeceğimi anladım. 15 kişilik bir toplantı gurubunun 14'ü vatandaşımken ve bir tane fransız her konuşmayı anlayacak diye hepimizin kendi aramızda ingilizce konuşması çok komiğime gitti. Devam edemdim toplantıyı takip etmeye.

"no no nooo" ve "yes yes yessss" ler havada uçuşurken, herkesin IQ'su (doğal olarak) bu denli aşağılara düşmüşken benim gülmeden o toplantıyı takip etmeme imkan yok çünkü. Kısa kollu beyaz gömlek giymiş ve kravat takmış adama takılıyor gözüm. "İngilizce mi konuşacağız" diyor "yes darling" diyorum ben içimden. "Kısa kollu gömlekle kravat bir arada gitmiyor, bundan bir sonraki safhada palyonço gibi oluyor insan aman dikkat" demek istiyorum bir de.

Sonra film kopuyor herkesi bir şeylere benzetmeye başlıyorum. Bir kadını paraşüte benzetiyorum mesela ve kel ve sivri kafalı bir adamı da köpek balığına... Paraşüt, köpekbalığı ve az sonra palyonço olacağım diyen adam birbirleriyle ingilizce konuşuyorlar. Hepsi de türk. O sırada çaycı geliyor. Güzel Türkçemizin renki şivelerinden biriyle "çay alıığmıydınız" diyor. Oysa ben "would you like to have a cup of tea" demesini bekliyordum.

Kaybediyorum kendimi, gülüyorum, gülüyorum....

Terk ediyorum toplantıyı. Bu mektubu size bırakıp ayrılıyorum şimdi. Kusuruma bakmayın. Rahatsız bir kişiyim ben. Hep böyleydim.

K.

***

O mektup asla gelmez...

***

O mektup asla gelmez...

***

Postacıları severim. Yandan askılı şişkin çantalarını takımış, sıcağa ya da soğuğa aldırış etmeden attıkları telaşlı ve paytak adımlarını izlerim. Yetişsinler gidecekeleri yerlere geç kalmasınlar isterim.

Bu postacıların koşaradım yürümelerinden başka bir tane daha ortak özellikleri varsa, bıyıklarıdır. Bıyıksız postacı yok gibidir. Kemal Sunal hariç. Adem miydi adı ne? Çok güzel filmdi. Bir de il postino vardı. il postino ahhh! Perdeden geçip sarılmak istemiştim ona.

Özetle son bir kere daha, "ben postacıları severim." Kapımı çalıp iyi haber getirsinler isterim. Beklediğim haber gelirse şükretmeyi, gelmezse bir dahaki sefere demeyi severim.

***

Sevgili Kerem abi,

İnsanın kendisine abi demesi ne kadar doğru bilemiyorum. Sonuçta ben şu anda 19 yaşındayken sen bunu okuduğuna göre 29 olmuş olmalısın. İki ayrı kişi olduğumuzu varsayarsak eğer abi dememde bir sakınca yok sanırım. Aksi takdirde bir kişilik bölünmesinden bahsetmek gerekirki bunu ikimizde istemeyiz.

Umarım yaşıyorsundur. Ölmüş olmanı ikimizde istemeyiz değil mi? Özellikle de ben. Çünkü eğer sen öldüysen kurtulmuşsundur ve fakat ben önümdeki 10 yıl içinde tahtalı köye gitmek istemiyorum. Umarım özenli davrandın kendimize. Ha bir de, hala bu kadar komiğiz umarım?

Okulu bitirmiş, askere gitmiş gelmiş, çalışıyor evlenmiş olmalıyız şimdiye kadar. Hatta babamızla aramızdaki yaş farkının 25 olduğunu düşünürsek, en az bir çocuğumuz olduğunu da öngörebilirim belki? Adı ne? Kız di mi?

Ne iş yapıyoruz? Müziğe devam edebildiğimizi sanmıyorum fakat bu demek değilki alıştığımızın aksine durağan bir hayatımız olacak. Ne iş yapıyor olacağımızı kestiremiyorum ama eminimki havalı bir iştir. Yani geziyoruzdur, tozuyoruzdur. İnsanlarla konuşuyoruzdur...Bir odaya kapanmış, bir masaya tünemiş olacağımızı hiç sanmıyorum.

Sonunda yıllardır hayalini kurduğumuz özgürlüğe kavuştuk mu? Tamam komik olmak istemiyorum daha fazla. Düzeltiyorum cümlemi;

Yıllardır hayalini kurduğumuz özgürlüğe kavuşmak nasıl bir duygu?

Bu 10 senenin biran önce geçmesini diliyorum. Uyuyacağım biraz sonra ve uyandığımda 29 olsam!

Kerem

-

Kerem Efendi,

Biraz önce 10 yıl önceki halimden bir mektup aldım. O mektubu yazdığımı bile unutmuşum. Belki sen de bunu yazdığını unutursun. 39 olmak nasıl merak etmiyorum inan. 19 versiyonu beni allak bullak etti, ben de sana aynısını yapmak istemiyorum. Bilmeni isterim ki senden bir beklentim yok. Umarım fazla kilo almadın. Yani en azından bu kadarını başarabilmiş olmamızı diliyorum.

Çok komik bir şey söyleyeceğim. Eskinden öyleymişiz de,

Hayatta başarılar!

K.

RESİM: http://galifardeu.deviantart.com/art/The-Last-Letter-34679535

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About