14 Eylül 2008 Pazar

Umutlu yarınlar iftiharla sunar- ÜÇ NOKTA

Share it Please
Sevgili Hayatım,
Koşar adım ortasına doğru yaklaştığım maratonum, hüznün sürek avıyla ensemde bittiği kovalamacam, iyi ve kötünün az çok rengini belli ettiği ama sonunu daha kestiremediğim öyküm, yazı baharına sulu sepken sevinç, güzü kışına üşüten ayrılıklar düşen melodramım, renkli hikâye kitabım…
Nasılsın?




Bilirsin, Eylül geldi mi, yeşili uçmuş kuru dal gibi savrulurum. Tiril tiril etekleri uçuşarak ayartan Haziran, ter içinde sırılsıklam öpüştüğüm Temmuz, dolunay geceleriyle koynuna girdiğim Ağustos alır başını gider.
Kalır elimde bir kuş ölüsü gibi yitik şairlerin boz bulanık dizeleri…İç ederim kederime artık kanatlanmayacak o sözcükleri…
Doğdum ya!



Hiç şaşmaz yağmur yıkar sokakları. Havada güz, havada ürperen ten kokusu, havada günbegün eksilen bir sıcaklık…
Ve zaman, o ele avuca sığmaz hergele, büyümeye ayak direrken provasız giydirip durur bol gelen hüzünleri üstüme. Olsun, seneye de giyerim diye herhalde. Bakıyorum yüzüme, gözüme. Eğreti duruyor, yakıştıramıyorum eskisi gibi kendime.
Neyse ki biliyorum artık, istenirse bulunuyor tarumar bahçede bile bir hercai menekşe.
Ama niyeyse bazı çiçekler hiç sürgün vermiyor toprağımda. Aşka sürgünüm ben hâlâ.
Sevgili Hayatım,
Bazen taşlı yollarla bezeli ahşap evlerin çıkmaz sokaklarında unut istiyorum beni. Delişmen sarmaşık gibi sarılayım yollara ve sana. Gün yüzü gören çiçeklerin kokusuyla sarhoş, patika yolların kuytularında çağıl çağıl akan su sesiyle berduş olayım. Ermiş bir ağacın gövdesine yaslanayım da öyle geçsin uyur uyanık günler, haftalar…
Ne zaman çalınacak ömrümün bitiş düdüğü? Bu düşe kalka, güle ağlaya süren oyun nerede, ne şekilde nihayete erecek? Bilmiyorum. Bildiğim; ağır öğrettiklerinin bedeli ve kayıpların olmadan anlaşılmıyor güzelliklerinin değeri.
Kimileyin sustukça biriken avazların, kendini bir yere sığdıramamanın, akşamın oluşu gibi çöken yalnızlığın, ıssızlaşan duyguların içimde kol geziyor.
Kalbim virane bir kale…Yine de bakmadan yıkık dökük yerlerine hep gülümseyişle, hep yeniden karmalı harcını. Çekmeli gönderine o dalga dalga aşk bayrağını.
Sevgili Hayatım,
Hakkını vermek lazım. Bazen de karnaval yeri gibisin. Ağzımda neşeli bir tat, hiç erimesin istediğim çocukluk dondurması, leblebi tozu...
Kim bilir, baba olur tutuşurum kızımın eline. Çizer minik elleri, güleç gözleriyle mutluluğu yüzüme. Seni solumak hevesi düşer ciğerlerine, hep seni sorar, seni keşfeder. Elbette iyi anlatırım seni küçüğüme, toz kondurmam üstüne .
Rüzgar gülü döner durur içimizde. Kazandığım bilyeler doluşmuş gibi ceplerime, uçarız sevinçle. O vakit mutluluk, ucundan tuttukça kaşar gibi uzayan bir şey işte.
Sevgili Hayatım,
Meydan muharebesi gibi kılıçları çekip, üstüne yürüdüğüm o kanı deli günler, gözümü alamadığım kavruk kelimeler, uzatmaları oynadığım ayrılıklar, her yanından S.O.S veren zamanlar yerini uysal bir iyimserliğe bırakıyor usul usul...
Hayır, bu bir hesaplaşma değil. Olsa olsa bir gün-gece dökümü. Zarar defteri kalsın, yaşadığımı alıyorum yanıma kâr. Hayaller de, keşkeler de, iyi kiler de sana dahil.
Sevgili Hayatım,
Söz takatsiz kaldığında tutunacak anlamların yetişti imdada.Eksilttiğin kadar (d)oldurdukların da oldu..
Cebimde umutlu yarınlar iftiharla sunar gösterimi için karaborsa bir bilet, yarınlarımın kapısında “beklediğinize değecek”, “çok yakında…” tadında bir umut… Çıkınımsa ömrümden döne dolaşa geçen şarkılar, onların yaşanan karşılıklarıyla dolu.
Seviyorum seni. Olancası bu!
Resim: İgnat Bednarik

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About