21 Eylül 2008 Pazar

Görüşme- YEŞİM ÖZDEMİR

Share it Please
Aralık duran dış kapıyı hafifçe iterek, ofisin bekleme salonu olarak düzenlenmiş bölüme girdim. Şimdiye kadar hiç bir ofiste, bu kadar büyük bir bekleme salonu görmemiştim doğrusu. Pembe ve gri tonlarda döşenmiş salonunun rahat koltuklarından birisine oturdum. Büyük pencerelerden gün ışığı içeri tatlı tatlı süzülüyordu. Işığın yumuşaklığı, bana aynalı cam kullanıldığını düşündürdü. Köşelerde yeşil ve büyük bitkiler, krom metal sehpaların üzerinde bazı gezi dergileri, duvarlarda da ülkelerin tatil tanıtımı olan posterler salona ferahlatıcı bir hava vermişti.


Bir takım insanlar, salona açılan kapıların önünde oldukça yoğun bir giriş-çıkış trafiği yaratacak şekilde telaş içinde koşuşturuyorlardı. Bankonun arkasında genç bir kadın sürekli çalmakta olan telefonları yanıtlamaktan dolayı yorgun düşmüş bir yüz ifadesiyle, kayıtsızca gelen geçeni seyrediyordu. Burası gerçekten de çok kalabalıktı!




Ortalık biraz sakinleşsin diye beklerken aslında bunun çok da mümkün olamayacağını fark ederek bankoya yaklaştım. Genç kadın az önceki kayıtsız bakışlarını bu sefer de üzerime yöneltmişti. Yüzümde tedirgin bir gülümsemeyle, sesimdeki pürüzü gidermek için hafifçe öksürdükten sonra lafa girdim:




- Merhaba...


- Hoş geldiniz… Nasıl yardımcı olabilirim?


- Şey… Ben Tanrı ile görüşmeye gelmiştim.


- Randevunuz var mıydı?


- Hayır yok! Ama siz benim geldiğimi söylerseniz sanırım kabul eder; adım Yeşim…


- Bakalım uygun mu?




Kadın, yanında duran telefonlardan birisiyle Tanrıyla, hemen karşısında olduğum halde benim bile duyamayacağım kadar alçak bir ses tonuyla konuştu. Ara sıra başını onaylarcasına sallıyordu. Konuşması bittiğinde bana şaşkın şaşkın bakarak:




- Gerçekten de çok şanslıymışsınız. Tanrı şu anda uygunmuş; sizi bekliyor… Koridorun en sonundaki kapı.


- Teşekkür ederim.




Kalabalığı yararak koridorun sonundaki kapıya kadar yürüyüp tam önünde durdum. Kapıyı çalmak için uygun bir yer arıyordum ama deri ve zımbalarla kaplanmış , ses geçirmez olarak tasarlanmış kapının neresini çalacağımı bir türlü kestirememiştim. Tam o sırada kapı açıldı …




Tanrı , tam karşımda bana gülümsüyordu:


- Hoş geldin! Orada dikilip durma; hadi içeri gel!




O kocaman kapı ihtişamla ardına kadar açıldı; artık Tanrı’nın ofisindeydim! Bir duvar boyunca yerden tavana kadar uzanan kütüphanede yüzlerce kitap diziliydi. Büyük cam masanın arkasındaki büyük koltuğuna otururken, bana da oturmam için büyük deri bir koltuk gösterdi. Eee ne de olsa Tanrı’ydı; koltuğunun, masasının bu kadar büyük olmasına niye bu kadar şaşırmıştım ki? Birbirimizi tartan gözlerle bir süre bakıştık.




Yaklaşık 45- 50 yaşlar arasında gibi görünüyordu. Kısacık kesilmiş gri kırçıllı saçları ve buz mavisi gözleri vardı. Sanırım o da kirli sakal modasını benimseyenlerdendi. Kot pantolon , beyaz keten bir gömlek ve siyah deri bir kemeriyle oldukça spor bir tarzı vardı. Koltuğunun sırt bölümünü arkaya doğru ittirip kendisini sallayarak konuşmaya başladı:




- Eveeet… Tekrar hoş geldin… Neden buradasın canım?


- Hoş buldum sağolun… Ama geliş nedenimi söylemeden önce size bunu vermek istiyorum.




O ana kadar nasıl olup da getirdiğimi tam da anlayamadığım bir kutuyu Tanrı’ya doğru uzattım.- Aaaa niye zahmet ettin tatlım? Hiç gerek yoktu!




- Olsun…Ağzımız tatlansın dedim…




Demek ki tatlı bir şeyler almışım. Oysa ki gereksiz kalori alınmasın diye hiç de adetim değildir gittiğim yere tatlı , börek götürmek.; çok tuhaf! Kendim bile farkında olmadan nasıl olduysa almışım işte... Ben bütün bunları düşünürken Tanrı, heyecanla kutuyu açtı ve gözleri parladı bir anda:


- Meyveli pasta haaa! Çok severim!


- Afiyet olsun.


- Şimdi gelelim neden burada olduğuna…


- Gelelim tabii…




Bir süre ne söyleyeceğimi toparlamak için duraksadım. Sonra en kararlı ses tonumla:




- Benim… Benim yaşamla ilgili şikayetlerim var. Yani ne bileyim… Hiç de beni kollamıyor sanki. Hangi dalı tutsam elimde kalıyor.




Tanrı, düşünceli bir yüz ifadesiyle beni dikkatle dinlerken çalan telefonla ikimiz birden irkildik. Kısa kurulmuş cümlelerle geçen bir görüşmenin sonunda telefonun ahizesini yerine koydu ve sıkıntılı bir sesle bana dönerek:




- Hayatım, sen şimdi burada beni bekle. Benim yan odada halletmem gereken bir konu var. Hemen geleceğim.




Başımı, söylediklerini anladığımı ve döndüğünde beni burada onu bekler bulacağını anlatır bir biçimde salladım. Tam kapıdan çıkmak üzereyken tekrar bana dönerek gülümseyerek göz kırptı:




- Keyfine bak!




Ben de ona gülümsedim. Bu rahat ve sakin odada olmanın keyfini çıkartmaktan başka işim yoktu artık. Oturduğum deri koltuğun pürüzsüz dokusunu okşayarak Tanrı’yı beklemeye koyuldum…




NOT: Anlattıklarım , yaklaşık 3 yıl önce görmüş olduğum bir rüyadan anımsayabildiklerimden ibarettir. Eksik olan yerler mutlaka vardır ama kurgu olsun diye eklediğim hiç bir diyalog yoktur. Canımın çok sıkkın olduğu ve zor günler geçirdiğim bir dönemde gördüğüm bu tuhaf rüyadan sonra, artık yaşamla ilgili çok da büyük şikayetlerim kalmadı aslına bakarsanız. Yarım yamalak da olsa Tanrı ile görüşmem işe yaradı sanırım;)


Resim: Michelangelo

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About