28 Eylül 2008 Pazar

Çatlak- NİHAL YETKİN

Share it Please
Oturduğu yerden karşı duvardaki büyük deprem hatırası çatlağı gördü. İçi burkuldu.

Alt kattaki komşunun oğluna fütursuzca bağırırken çıkarttığı çatlak sesi duydu. Daraldı.

TV’deki kadın elini beline koyup mahalleliye haddini bildirmeye kalkınca, “çatlak” diye bağırdı yerinden. Elinde değildi.

Çatlaklar…Sanki her yerde çatlak vardı. Bunlar bahaneydi belki. O gün yaşadığı diyalogdaki çatlaktı belki bütün bu çatlakları onun gözüne gözüne sokan. Duyduğu bir sözcük ve bir çatlak. Geçmişe tatsız bir yolculuk. Bir çatlak diğerine kapı açıyor, onu büsbütün büyütüyor olmasındı. Çatlağı onarmalıydı acilen ve tamamen ama nasıl?Bu kontrolsüzce kabaran ani ve yıkıcı duygusu nasıl pıhtılaşacaktı?Nasıl tanımadığı birine o sözcüğü yasaklayabilirdi ki?Nasıl onun o sözcüğü söylemesine engel olabilirdi?O olmasa bir başkası o sözcüğü söyleyecek ve içinde bir yerler yine kanamaya başlayacaktı.Yine o güne geri dönecek ve o sözcüğe cevap veremediği için kahredecek, o radikal kararı aldığı için o sözcüğü suçlayacak, ve yine o sözcüğü söyleyen herkesten buz gibi soğuyacaktı.

Derken aklına o park geldi. Servili,göknarlı,sarmalayan. Yeşil, huzurlu, çatlaksız! Duramadı daha fazla evde. “Çıkıyorum biraz” dedi evdekilere. Hızla yürüdü, dakikalarca, sessizce yürüdü. Ve parkına ulaştı. Onun parkı. Kendini kendi gibi hissettiği park. Daha önce oturmadığı bir banka oturdu bu sefer,hiç anısının olmadığı birine. Bir şeyleri değiştirmek istercesine.Ağaçların gökyüzünü yemyeşil örtüleriyle kapattığı bu hışırtılı alemde gözlerini kapatıp o dumanlı duygunun geçmesini bekledi,sadece dinleyecekti.Yaprakların düşüşünü , önünden geçen yeni yürüyen çocuklarının düşmesini engellemeye çalışan şefkatli annelerin “dikkat et” yollu uyarılarını, üniversiteli gençlerin karikatürleri birbirlerine anlatıp anlatıp gülmelerini, yaşlı emekli adamların “neydi o günler” muhabbetlerini, güvercinlerin kendilerine atılan ekmek parçalarına doğru sevinçle kanatlanmalarını...Gözleri kapalı, evreni dinleyecek ve gerisini unutacaktı.Tam da böyle yapıyor, dinliyor ve içini bunların doldurmasına izin veriyordu ki yanına sığdıklarına bakılırsa ince yapılı yaşlarda iki arkadaş oturdu. Gözleri yumulu, öylece kıpırtısız dururken, yanındaki bank komşularından biri konuşuyor, diğeri onu dikkatle dinliyor,sonra tam da zamanında kısa cümlelerle karşı tarafı yüreğinden yakalıyordu.

“Bugün onu yıllar sonra gördüm ve hiçbir şey diyemedim.”Bu ne demek biliyor musun?Büyük bir fırsat kaçırdım, içimdeki zehiri yıllar sonra akıtacak bir imkan yakaladım. Düşünsene. Aynı otobüse binmişiz,onu görmüşüm ve onun yanına gidip haddini bildirmek dururken iyice arkamı döndüm.Saklanır gibi. Olacak şey mi bu?”
“Olmuş işte!”
“Dalga geç sen.”Fırsat kaçtı” diyorum. Söyle psikoloğum, “korktun” de.”
“Bunu ben diyemem,ne hissettiğini en iyi sen bilirsin. Korktun mu yoksa canın mı istemedi?”
“Ne desem az kalacak diye hissettim. Boğazımdaki düğümler artar diye hissettim,yüzleşmek istemedim.”




Duyduklarına inanamıyordu, gözlerini açmak istemiyordu. Konuştukları konu belli değildi ama yaşanan duygu kendisininkiyle neredeyse aynıydı. En azından bu üstü kapalı haliyle. Nereye varacaktı bu konuşma, nefesini tutarak dinlemeye devam etti.

“Tamam istediğini yapmışsın o zaman.Şimdi neden şikayet ediyorsun ki. Konuşmak isteseydin konuşurdun.Konuşmama isteğin konuşma isteğine galip gelmiş işte.”
“Basite alıyorsun ama”
“Kim diyor her şey çok karışık diye. Basite almak için değil tabi ama sadeleştirmek istiyorum olayı.İki seçeneğin vardı,konuşmak ya da tersi.Sen birini seçtin.Çünkü onun doğruluğuna inandın ya da …
“Diğeri için enerjim yoktu”
“Tamam öyle olsun enerjin yoktu ya da benim deyişimle istemedin. Zaten isteseydin de hiçbir şey değişmezdi.”
“Nasıl yani, rahatlardım.”
“Rahatlayamazdın. Çünkü karşındaki kişi aynı değil, şartlar aynı değil. Tepki beklediğinden farklı olurdu ve seni tatmin etmezdi. Sen…sen bile aynı kişi değilsin.Aradan yıllar geçmiş.Ne desen boş,görmüyor musun?
“Ne olacak peki?”
“Sen bana söyleyeceksin, o kişiymişim gibi. O güne tekrar döneceğiz ve o gün ne söylemek istiyorsan bana söyleyeceksin.Ona söylemenin gereği yok.Şarkıdaki gibi, “Yazdığımı bir daha yazamam,.. bir daha geri dönemem.”

Diyaloğun bu noktasında ayağa kalktı. O ana dek uyur gibi görünüyordu diğerlerinin nazarında ama gözlerini kırpıştırıyordu ve uyur taklidi yaparak kendilerini dinlediğini düşünmelerini istemezdi.Nerden bilsinler,onun ilk olarak ne için gözlerini sımsıkı kapattığını.

Ayağa kalktığında kendini birkaç kilo vermiş hissetti. Hafiflemişti, yumuşatılmıştı, sağaltılmıştı. Bir tesadüf müydü bu? Kendi kendinin labirentlerinde ulaşamadığı çıkışa birkaç dakikalık kulak misafiri olduğu diyalogla ulaşmıştı. En azından kördüğüm var gibi hissetmiyordu artık, düğümü nerden çözeceğini anlamış gibiydi. Bu tanımadığı psikoloğa ya da psikolog ruhlu kadına bakmak istedi. Hem de çok… ama bakmadı. Ona bir gizem yüklemek istedi ve bilerek o tarafa hiç bakmadan, ve kendini tutamayıp gözünü açar korkusuyla koşarak onlardan uzaklaştı.

Artık hayatında yüzünü hiç görmediği ama tatlı sesini ve daha da önemlisi bilge sözlerini yüreğinde taşıyacağı biri vardı.

Etrafındaki ve yüreğindeki çatlakları düşündü, sözcüğü düşündü ve söyleyeni olmasa bile o sözcüğü affetti.

Not: Burada çok kabaca değinilen böyle bir terapi yöntemini başka bir olay üzerinden geçenlerde bir sohbet sırasında anlatarak bu yazıya ilham kaynaklığı yapan sevgili psikolog arkadaşıma selam olsun…
Fotoğraf: http://thumbs.dreamstime.com/thumb_3/1093987140A8s4NJ.jpg

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About