21 Eylül 2008 Pazar

Beyin ve oksijen-MEHMET SAĞLAM

Share it Please
Sağlıklı, dinamik ve refah bir toplum olabilmenin ön şartı sağlıklı beyinlere sahip olmaktır.


İnsan vücudunu oluşturan trilyonlarca hücreden her biri kendi kendini sürekli yenilemektedir. Büyüyen saçlar ve tırnaklar, bu yenilenmenin en belirgin görüntüsüdürler. Oysa vücudumuzda mikro seviyede cereyan ettiği için göremediğimiz haftalık, aylık, mevsimlik ve hatta yıllık “tazelenmeler” oluşmaktadır. Ciğerler, kalp, mide, kemikler, ilikler ve pul pul dökülen deri gibi tüm bedenimiz, en geç 11 ay içinde tamamen değişmektedir. Yani bir yaş gününden diğerine kadar bedenimiz tamamen yenilenmektedir. Beyin hücreleri hariç... İşte bu konuda bilinçlenmenin hayati önemi vardır!




Beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) yenilene­mezler; çünkü merkezi sinir sistemi ve beyin kendi kendini üretemez. Doğduğumuz günden, ölünceye kadar her gün yüzlerce nöron kaybederiz ve verine yenileri gelmez. Bu kayba rağmen beyin küçülmez. Çünkü sürekli dallanıp, budaklanır ve yeni nöron dalları (dend­ritler) oluşturur.




Beyin; hayata, 100 milyar gibi astronomik bir hücre sayısı ile başladığı için günlük hücre ölümleri önemli sayılmaz. Yılda 100 bin nöron kaybetse bile, bu, 100 yılda 10 milyon hücre eder ki beynin ancak on binde biri kadardır.




Minimal düzeydeki bu doğal beyin kaybı yanın­da, nöron imhalarına sebep olan başka etmenler de vardır. Bunlardan biri alkoldür. Bir duble rakı, bir bardak şarap veya bir şişe bira içindeki alkol, gün­lük doğal kaybın çok üstünde nöron ölümüne sebep olur. Bu da önemsiz görülebilir. Ama her gün 35 cl’lik bir şişe rakıyı mideye indiren bir insanın 50 yılda 200 milyondan fazla nöron kaybettiği göz önünde tutul­duğunda, alkolün ciddi sorunlar doğurabileceği orta­ya çıkar.


Uyuşturucu maddeler, eksoz gazları, sigara du­manı, çeşitli kimyasallar ve hava kirliliği gibi faktör­ler de hem sinir hücrelerini öldürürler, hem de nöron devrelerinin sıhhatli çalışmasını önlerler. Akciğerlerimize büyük bir keyifle çektiğimiz sigara dumanının muhtevasında 2 bin farklı madde olduğunu bilmek, bize bu konuda daha iyi bir fikir verebilir.




Nöron ölümlerinden daha önemlisi, mevcut hüc­relerin sağlıksız çalışmalarıdır. Beynin fonksiyonel bozukluğuna neden olan bir başka zararlı madde de cıva’dır. Bu maddenin henüz bilinmeyen bir neden­den dolayı beyne yerleşerek -özellikle çocuklarda- zekâ geriliğine yol açtığı görüşü bilim dünyasında bü­yük kabul görmüştür.




Cıva bizlere, diş doktorlarımız tarafından -iyi ni­yetle- enjekte edilmektedir. Çünkü dolgu maddesi olarak kullanılan “Amalgam” denen bileşik cıva içer­mektedir. Zamanla buharlaşıp, solunum yoluyla ka­na karışan ve beyne yerleşen bu zehrin dünyada mil­yonlarca insanı etkilediği ileri sürülmektedir. Bazı ülkeler Amalgam kullanımını yasaklamış ve bazıları da yasağı en kısa sürede uygulamak için karar almışlardır.




Bütün bunlardan daha önemlisi, hemen hemen herkesin gözünden kaçan bir başka faktördür:




OKSİJEN...


Her organ gibi beynin de enerjiye ihtiyacı vardır. Beyin bu enerjiyi, oksijenle glikozu yakarak elde eder. Diğer bütün organlardan daha çok çalıştığı ve daha karmaşık yapılı olduğu için de, daha fazla oksijene gereksinim duyar.




Beyin, vücudun sadece %2’si kadar bir ağırlığa sahip olduğu halde, kana karışan oksijenin % 20’sinden fazlasını kullanır. Yani payına düşmesi gereken ora­nın 10–12 katını...


Bu nedenle; aylarca aç, günlerce susuz kalabildi­ğimiz halde üç dakikadan fazla oksijensiz kalamayız. Demek ki beynin hayatiyeti için en önemli ihtiyaçlardan biri oksijendir. İşte bu gerçek ışığında ortaya çıkmış olan aşağı­daki varsayım üzerinde ciddi biçimde düşünmemiz gerekmektedir: “Günde ortalama 7–8 saat içine kapanarak uyu­duğumuz yatak odalarımızın yeterince havadar ol­maması, başımıza çok büyük işler açmaktadır.”




Soğuk havalarda ve özellikle kışın, birçoğumuz, yatak odalarımızın kapı ve pencerelerini sıkıca kapa­tarak uyuruz. Hatta bununla yetinmeyerek, cereyan yapmaması için, kapı ve pencere kenarlarını sünger­lerle ve bantlarla izole ederiz. Bu tutum, yatak odala­rımıza temiz hava ve oksijen girişini tamamen engeller.




3-4 saatlik bir uykudan sonra, soluduğumuz ha­vanın oksijen oranı iyice azalırken, karbondioksit oranı artar. Daha kötüsü, odada alevle yanan bir ısın­ma aleti varsa, bu oranlar daha kısa sürede olumsuz­laşarak değişir. Bu durum, başta beyin hücreleri olmak üzere, bütün organlarımızın biyolojik ve fizyolojik sağlığını kötü yönde etkiler.




Oksijen yetersizliğinin beyin sağlığını şöyle et­kilediği düşünülmektedir:. Günden güne zayıflayan nöronlar ölmektedir.
. Fizyolojik fonksiyonunu tam gösteremeyen nöronların yeni bağlantılar (dendritler) yapmaları ve elektriksel devreler oluşturmaları zorlaşmaktadır. Bu, çok önemli bir yetenek kaybıdır, çünkü geniş düşünebilme yeteneği, bu bağlantıların çokluğu ve işlekliği ile ilintilidir.




. İki hücrenin birleştiği yerdeki boşluk anlamına gelen sinapsların çalışma düzeni bozulduğu için, hücrelerarası haberleşmede aksaklıklar oluşmakta, bu yüzden nöron devreleri sağlıksız çalışmaktadır. Bu da kısa va­deli hafızada hissedilir bir tembelleşme oluşturmak­ta ve ezberleme yeteneğinin azalmasına neden ol­maktadır. (Bir toplumda “unuttum” sözcüğünün çok sık ara­lıklarla işitilmesi ve bunun çoğunluk tarafından ge­çerli bir mazeret sayılması, hafıza tembelliğinin en açık göstergesidir, denilebilir.)




. Ortaya dil (lisan) ile ilgili problemler çıkmak­tadır. Ve insanlar, anadillerini bile konuşurken uzun süre duraklamakta, “...ıı” yardımcı sesini sık sık kul­lanmakta, kekelemeye kadar varan dil sürçmeleri ser­gilemekte ve zihinsel blokajlar (filmin kopması) gibi geçici konuşma ve düşünme yeteneği kaybına uğra­maktadırlar.




Konuşma yeteneğindeki ulusal noksanlıkların eğitimle, yaşam biçimiyle ve ekonomik sorunlarla il­gisi olabileceği gibi, beyinsel fonksiyonların düzen­sizliği ile de yakın ilintisi vardır. Çünkü dil, beyin kabuğunun (korteks) solunda bulunan Broca ve Wernicke adlı bölgelerin diğer beyin bölgeleri ile olan işbirliğinin meyvesidir.




Bu iki bölge, sözcükleri kavramlaştırırlar, anlarlar ve anlamlandırırlar. Ayrıca, akciğerlerden üfle­nen havanın ses tellerini titreştirmesinden sonra olu­şan notaların anlaşılır kelimelere dönüşmelerini sağ­lamak için, gönderdikleri sinyallerle ağız ve gırtlak kaslarını gereken şekle sokarlar.




Ağız ve gırtlak kasları, bu milimetrik ve hassas hareketleri zamanında yapamıyorsa veya duraklama­larla yapıyorsa, sinyalleşmede bir aksaklık veya tem­belleşme var demektir. Bunda, oksijen yetersizliğinin rolü büyüktür.




. Düşünce tembelliği oluşmaktadır.
İnsan, konuşurken beyninin sadece Broca ve Wer­nicke bölgeleri aktif hale gelmez, sağ yarım kürede özcüklerin ifade ettiği kavramları hayal eden bölge de aktifleşir. Bu aktivitelerin zihinsel bitkinliğe yol açmaması ve uzun süre devam et­mesi için; nöron­ların sıhhatli, canlı ve dayanıklı olmaları gerekir. Ok­sijen eksikliği, nöronların giderek sağlıksız çalışmalarına ve ölmelerine etki eden sebeplerden birisi olarak kabul edilmektedir.



. Hafıza, düşünce ve dil tembelliği gibi zihinsel faaliyet düzensizlikleri yanında oksijen yetersizliğinin ne tür bedensel arızalara yol açtığı da ayrı bir araştırma konusudur. Yeri gelmişken burada bir başka önemli olguyu daha vurgulamak




Diğer hiçbir canlıda, insan beynindeki kadar ge­lişmemiş olan beyin kabuğu (korteks), bizlere insan sözcüğündeki anlamı kazandıran eşsiz bir beyin ta­bakasıdır.




Düşünsel yaşamımızı, kültürel yapımızı, uygarlığımızı, bilimsel ve teknolojik düzeyimizi ve en önem­lisi konuşup iletişim kurabilme yeteneğimizi bu tabakaya borçluyuz.




Korteksteki nöronların da bedenin diğer hücre­leri gibi günlük protein, vitamin ve minerallere ihti­yaçları vardır. Bunlarla beraber, kendi “santral”lerinde enerji üretebilmeleri için şeker ve oksijene büyük ihtiyaç duyarlar. Fakat beynin gereksinim duy­duğu bütün besin ve oksijenin tamamen karşılanması, onun sürekli mükemmel işleyeceği ve üstün isler ba­şarabileceği anlamına da gelmez.




Beyin sağlığının devamı için; onu zararlı gazlar­dan ve kimyasallardan iyi korumamız da hayati önem taşır. Özellikle; karbondioksit, karbonmonoksit, hava gazı, eksoz gazları, sigara dumanı, boya ve tiner bu­harları, asitler, keskin temizlik maddeleri, aşırı alkol, çay, kahve ve uyuşturucu maddelerle birlikte gerek­siz ilaç kullanımlarından uzak kalabilmek beyni sağ­lıklı tutabilmenin ön şartlarından biridir.




Bugün 70–80 yaşlarında hala üstün fikirler ve ya­pıtlar üreten insanlar varsa, onların beyin sağlıklarını korumada büyük ölçüde başarılı olduklarını söyleye­biliriz.

Alıntı: Mehmet Sağlam’ın “Beynin Kimliği” adlı kitabından...


Resim: http://www.alternatif-tip.net/hastaliklar/beyin_1.gif

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About