16 Kasım 2008 Pazar

Aşk ve Pozitif Empati- MEHMET SAĞLAM

Share it Please
Öncelikle, “Aşk bir içgüdü mü, yoksa duygu mu?” sorusuna yanıt arayalım:

Varoluştaki öncelik, beslenme, üreme ve hayatta kalma amacına yönelik olduğuna göre, aşkı üreme ile ilintilemeden açıklayamaz veya anlayamayız.

Üreme; bir içgüdüdür veya temel evrim mantığının ikincisidir. Birincisi “survival” yaşamak/hayatta kalmaktır.
Üreme bir duygu değildir; makro anlamda ve genetik olarak DNA'ya kodlanmış ve tüm canlıların soylarını sürdürebilmeleri için makro sistemin bir vazgeçilmezi, diğer bir deyişle varoluşun temel yöntemlerinden biridir.

Aşk; Homo sapienslerde kendini gösteren 35 kadar farklı duygu türünden sadece biridir; ama çok güçlü ve üremeye yardımcı olan çok önemli bir duygudur. Ortaya çıkışı 3–4 farklı hormonun bir arada üretilmesine bağlıdır; fakat aynı zamanda hem zihinsel, hem kültürel ve hem de görsel beğenilerin verdikleri onay oranında şiddet kazanır.
İlk cinsel birleşmeden hemen sonra şiddetini büyük oranda kaybeder; ancak, dişi yumurtasının döllenmesine kadar etkisini sürdürür.

Döllenmeden hemen sonra ebeveynlik içgüdüsüne yardımcı olmak amacıyla değişimlere uğrar. Hamilelik süresince başka bir çeşni, doğumdan sonra başka bir çeşni ve bebek sevilecek duruma geldikten sonraysa başka bir çeşni kazanır. Ara sıra kaybolur, gider, gelir veya kararsızlaşır. Genellikle ikinci çocuğun doğumuna kadar şiddetini azaltarak yaşamını sürdürebilir ve çoğunlukla bu evrede ya sevgiye ya saygıya ya acıma hissine ya tiksintiye ya öfkeye ya da en zararlı haliyle nefrete dönüşür.

Şiddeti azalsa ve ara sıra nefrete dönüşse dahi, yüzdesi çok düşük olan ve ömür boyu süren aşk türleri de vardır: Bunlar istisnadırlar ve kaideleri bozmazlar!

Ne var ki, içinde katiyen üreme öğesi taşımayan küçük-büyük aşklar da vardır. Bunlar da genellikle 2 farklı yaş grubunca farklı bilinç düzeylerinde yaşanan aşklardır:
A- Günümüzde 13–23 yaş grubu aşkları üreme amaçlı görünmese de, aslında bilinçaltında üremeye hazırlık amacı taşıyan ve eğilim aşkları gibi görünen aşklardır,
B- 40–80 yaş grubu aşkları ise üreme amacı taşımaz; ama 40 yaşına kadar yaşanan biyo-kimyasal ve zihinsel tepkimelerin etkisiyle edinilmiş alışkanlığı sürdürmek isteyen bir bilinçaltı öğesinin tatminine yöneliktir. Bu tür aşklar çoğunlukla bu sürecin farkında olan kişilerce "karşılıklı sevgi-saygı" olarak tanımlanırlar.

Aşk konusunda dikkatlerden kaçan diğer birkaç önemli nokta ise bence şudur: Duyguların bazılarını kişi sadece kendi içinde veya kendine yönelik olarak yaşar. Bu tür duygulara "İçeriye Dönük Duygular" adını vermek istiyorum. Mutluluk, mutsuzluk, heyecan, bedbinlik, hüzün, pişmanlık, sevinç, tatmin, ümitsizlik vbg. "Dışarıya Dönük Duygular" adını verdiğim diğer birkaç duyguya da örnek şunlar olabilir: sevgi (eş, dost, ulus, vatan, Tanrı sevgisi gibi...), aşk (cinselliğin, üreme içgüdüsünün veya romantizmin doğurduğu sevgi türü...), kıskançlık, küsme, kin, nefret, hasret, minnet, acıma, hayranlık... Dışarıya dönük duygular muhatap aldığımız en az bir kişi için üretilen duygulardır. Bunlara da pozitif ve negatif empatiler diyebiliriz.

Aşk; bir tür pozitif empatidir. Ve karşılıklı olup olmamasının yarattığı etki, diğer bütün duygu türlerinin karşılıklı-karşılıksız olmasından çok daha şiddetlidir. Karşılıklı olunca, taraflar kendilerini dünyanın en mutlu iki insanı addederler. Tek taraflı olunca da... Tarafların birinde bilinen o şiddetli hasret doğar ve görüşme-buluşma arzusu ile son derece negatif bir duygu olan “kara sevda” arasındaki basamaklarda derecelenen yıkıcı bir duyguya ve hatta nefret ve intikam gibi yerinde kullanılmadığı zaman insan bünyesinde ve yaşamında çok büyük hasarlar açan birer negatif empatiye dönüşebilir. Birinci içgüdü olan yaşama içgüdüsünün dahi önüne geçerek, nadiren, intihara bile yol açabilir. (Kaldı ki, her bireyin deneyimlediği aşk duygusu eşsizdir ve diğer hiçbir insanınkine tıpatıp benzemez. O nedenle binlerce tanımı vardır ve hakkında milyonlarca şiir yazılmıştır.)

O hâlde aşkta, göz önünde bulundurulması gereken en önemli özelliklerden biri; aşkın pozitif, iyileştirici, mutlu kılıcı ve insansoyunu üretme aracı bir duygu olabilmesi için, hissedenle hissedilen arasında sürekli bir alışverişin bulunması gereğidir. Aksi hâlde, tuzağına düşülmemesi gereken oldukça yıkıcı, tüketici ve bilinçli olarak kaçınılması gereken; duygusal zekâsı gelişmiş insanlarca, yerine -alternatif olarak- karşılıklı sevgi ve saygının konması uygun düşebilecek bir duygudur.

Bütün bu gerçekler ışığında düşündüğümde; “aşka inanmam” ya da “aşka inanma, aşksız kalma” gibi sözlerin saçmalığı ve yaydığı cehalet kokusu beni o kadar itiyor ve iğrendiriyor ki...

Duygudaşlıkla, aşkla, dostlukla kalın...

Resim: http://www.sesamo.com/stickers/rec/romantic/romantic.jpg

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About