Sıcak çay olmadan asla- KEREM OĞUZ
Yalnılık Senfonisi- LEVENT İNAM
Yaratılamayan yaratıcılık sorunu- MEHMET SAĞLAM
"Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırlacak" TUĞBA
NOT: Yazıları okumak için üzerine tıklayınız.
RESİM: John William Waterhouse
Sıcak çay olmadan asla- KEREM OĞUZ
Yalnılık Senfonisi- LEVENT İNAM
Yaratılamayan yaratıcılık sorunu- MEHMET SAĞLAM
"Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırlacak" TUĞBA
NOT: Yazıları okumak için üzerine tıklayınız.
RESİM: John William Waterhouse
İki iyi dostun, neye olduğu bilmeden, kahkahalarla gülmesine baktım...
Her şey iş yerindeki çay ocağının geçici süre kapanması ile başladı. Ocağın olduğu yeri toplantı salonu yaptılar ve çaycılar çok uzak bir yere taşındı. Çay söylüyoruz, gelene kadar soğuyor ve hiç bir tat alamıyoruz. Haliyle çay, "yokluğunda" hayatımızın aslında ne kadar önemli bir parçası olduğunu göstermiş oldu. Böyle olmayacaktı, olmadı da nitekim. 
Yaratıcılık merakla, yani engellenemeyen öğrenme isteği ile başlar. Sorularla, gözlemlerle ve sınama-yanılmalarla harekete geçer. Sonunda icatlara, yani bilim, teknoloji, sanat, felsefe gibi yepyeni varlıklara dönüşür.
Uzun yıllar önceydi.
Yalova'ya olan sevgi ve ilgisini ''Yalova benim kentim'' diyerek dile getiren Mustafa Kemal Atatürk, gittiği zamanlarda kaldığı ''Millet Köşkü''nü bir ziyaretinde, çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen yanına çağırarak bunun nedenini sorar. Görevli bahçıvanın ''Ağacın dalları uzamış binanın duvarlarına dayanmıştır''. Aldığı yanıtla tatmin olmayan büyük önder çevre konusunun gündemde olmadığı o yıllarda unutulmayacak bir emir verir.''AĞAÇ KESİLMEYECEK, BİNA KAYDIRILACAK.'
Sadece kendin için; kendi ruhunu beslemek adına… Tüm algıların açık yaşamalısın. Tadıyla, kokusuyla, dokusuyla, sesleriyle, hissederek. Kendin için en iyisini keşfetmeye çalıştığın bir yolculuğa çıkmışsın gibi düşün.
Bu hikayenin gerçek hayatla çok çok yakından ilgisi vardır. Çünkü bu hikaye gerçek hayattan hatta yanı başımdaki evlerden birinden alınmıştır. Bu hikaye Ahmet ve Leyla'nın hikayesidir...
Mustafa....
Öncelikle, “Aşk bir içgüdü mü, yoksa duygu mu?” sorusuna yanıt arayalım:Resim: http://www.sesamo.com/stickers/rec/romantic/romantic.jpg
O zaten unutulmaz televizyon dizisi Çemberimde Gül Oya ve unutulmaz filmlerinden Babam ve Oğlum ile yüreğimde çoktan yerini almış bir yönetmendi.

Kıvrılan bir dağ yolundan yaylalara ulaşmaya çalışıyoruz... Bu yaylalar taze sebzeleri ve meyveleriyle ünlü... Her şey doğal koşullarda, olması gerektiği gibi, yetişiyor... Özellikle salatalık ve domateslerden söz ediyorlar bize... "Mutlaka alın bir kaç kilo" diyorlar "Emin olun böylesini daha önce hiç yememişsinizdir." Durduğumuz bir yol kenarında kaynaktan akan sudan elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Bu sıcak temmuz gününde ağaçların, kuş seslerinin arasında aydınlık yüzlü bir kaç köylü adam bize gülümsüyor. Taze sebzeleri nerede bulabileceğimizi soruyoruz onlara, Memed diye birinden söz ediyorlar... En iyi sebzeler onunmuş... Mehmet diyorum beni düzeltiyorlar "Hayır Memed". Onu nerede bulacağımız soruyoruz, tarif ediyorlar, yola koyuluyoruz.
"Oğlum kapıya bak" dedi kadın. Çocuk da otomatiğe basmadan evvel apartman kapısında kim olduğunu görmek için diafona uzandı. Ekranda kapişonlu bir serseri "fuck you! fuck you" diye bağırıyor, ağzından salyalar akıtıyordu. Bir yandan da iki elinin orta parmaklarını kameraya doğru uzatıyordu. Çocuk bu olanlara bir anlam veremedi. Annesini çağırdı. Annesi gelip de ekrandaki serseriyi görünce biran panik oldu. Korumacı bir güdüyle çocuğuna sarıldı. Kocasına intikal ettirdi durumu;