27 Nisan 2008 Pazar

İntihara lüzum yok

Share it Please

(Kent kalabalığı caddedeki bir gölgeyi konuşuyor.
Boy sırasına göre söz alırlar, en uzunundan başlar)

Burdan bir adam geçmiş az önce.
Hayli sıkıntılıymış; başının önüne eğilmesinden belli.
Yalnızmış; cebindeymiş elleri, sanki birini arar gibi…
Gideceği yeri bilmiyor; bundandır yürürken ayaklarını sürümesi.
Ama buradan ilk defa geçmiyor; ezbere götürmüş ayakları.
Karnı açmış; bozuk çünkü adımlarının ritmi…
Kafası kel değil; bakın, şurda saçlarının izleri.
Bu adam deli değilmiş; aksine, sevecek kadar akıllıymış delileri.
Yalnızlar üşür, soğukmuş elleri, asfaltın yüzü gibi.
Yorgun olduğunu söylemeye bile lüzum yok; omuzlarına bakın.
Aklında beyninin kıvrımları kadar çok soru; bundandır önünü iyi görememesi.
Sendelemiş; az daha düşecekmiş şurda.
Mesleğini tahmin edebiliyorum; bu adam bir marangoz.
Ahşap bir kent kurmayı düşlüyor, bitirir bitirmez ateşe vermek niyeti…
Ama piroman değil, tanrıya özendiği belli.
Kimseyi tam sevememiş, çok sevdiğinden herkesi.
Kederliymiş; güneşten utanan viran bir şehir sanki.
Burdan denize gitmiş olmalı; kalbinde tuz hasreti...

(Koro halinde)
Biz gitmeyelim.
Biz gitmeyelim.
İntihara lüzum yok. Tüketeceğimiz çok şey var hâlâ.
Seyredeceğimiz çok cinayet.
Katillerimiz alkış bekler, alışveriş cennetlerimiz müşteri.
Barkodlar, ceset reyonları, bonus puanlar, indirim günleri...
En tabii hakkımızdır “tüketim” hakkı…
Evlerimize gidelim, reklamlar bekler bizi
“Hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun” demiş vaktinde, bu işten anlayan biri
Alçıdan tenlerimiz, simgelerin mankeni.
Kör kalem, silikon yürek. Suya çizilen kelimeler tamamlar sessizliğimizi…
Savaşlar oyun, kıyımlar pek monoton, öyküler bayat
Ama hiçbir şey çürümez, dipfrizdedir duygularımız bile
Kahramanlar animasyon, her şey efektten ibaret;
Aşklarımız, vitrindeki ölü, kül olan hayat, fışkıran kanın sesi…

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/318481/

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About