27 Nisan 2008 Pazar

Dilenci Vapuru

Share it Please

"Kan Kanseri olmuş tedavi için paraya ihtiyaç var" dediler. Böylece bu hastalığın ismini ilk defa duymuş oldum. Fakat o cümle içindeki özneden daha çok "nesne" dikkatimi çekti. Paraya ihtiyaç varmış. PARA. Ne kadar da sevdiğim bir ŞEY di. Parayı satın alabilecekleri için sevmezdim, ben onun bizzat kendisini severdim. Eskimiş, pis, binlerce elin bakterisini üzerinde taşıyan o kokusunu severdim. O benim için bir değiş tokuş nesnesi, satın alma gücü değil, ilahın kendisiydi. Dokunabilmek paraya ve sayabilmek onu. O kadar ki tüm bayram harçalığımı en küçük banknotlara çevirip onları tekrar tekrar saymak. Desteyi masanın üstüne koymak ve hayran hayran bakmak. Harcamamak onu, harcamaya kıyamamak.

10 yaşındaydım. İlkokul 3. sınıftaydım. Öğlenciydim. Yine 3. sınıflarda hatta bizimle aynı dershanede sabahçı olarak eğitim gören bir kızın hasta olduğunu öğremiştik. İsmi Türkü'ydü Tedavisi için (ilik nakli) yardım toplanıyordu.

Ben de para topladım yardım için. Sadece okulda değil, mahallede, akraba evlerinde, babamın iş yerinde. Kampamyanın sonunda topladığım paranın tamamını öğretmenime verdim. O parayı hiç kendime ait hisetmemiştim. Benim için esas hastalıklı durum, para topluyor olmanın hazzıydı. Kan emen bir sivrisinek, çiğ eti dişleyen bir kurt gibiydim. Elimi uzatıyordum, verilen parayı alıyordum. Tırışkadan listeye yardım yapanın ismini yazıyordum. Bir de kolpanın Allah'ı bir imza çaktırıyordum. Ben bu işi çok seviyordum.

Kısa sürede kampanya bitti. Türkü ilik ameliyatı oldu diye hatırlıyorum. Ama tedavi sonuçta başarısız oldu ve Türkü hayatını kaybetti.

Pek bir şey hissetmedim. Para toplamak için başka bahanelere ihtiyacım vardı.

***

Hiç sevmiyorum gerçekten de yıllardır görüşmediğim bir arkdaşımla aniden kalabalık içinde bir yerde karşılaşmayı. Eğer o arkadaşımı önce ben fark edersem bir şekilde saklanmayı, yüz yüze gelmemeyi başarabiliyorum ama fark edildeysem gerçekten de felaket bir his. İşte geçen pazar da böyle oldu. 17 yaşındaki arabamı satmak için amcamla araba pazarına gitmiştim. Birden bir el tuttu omuzumdan, Kerem! deyiverdi.

Döndüm baktım, felaket.

Ortaokul arkaşım Okan'dı. Çok sevinmiş gibiydi. Neden bu kadar sevindiğini gerçekten de anlayamadım. Görüşmediğimiz yıllar boyunca bana ulaşması çok kolaydı. Böyle bir ihtiyaç hiç duymamış olduğuna göre şu anki sevincin manası neydi? En kötüsü de benim de kendimi o heyecana ortak hissetmek zorunda kalmış olmam. Tiyatrocuyuz anasını satayım. Geberip gitmiş uyuzu olduğun moruğun ardından ağla cenaze evinde. Definde ciddi dur, kıpraşma! Aileye yeni gelen damatı sevmesen de sırıt karşısında, inşallah çok uzun sürmez bu evlilik diye içinden geçirirken "Allah mesut etsin" diye de yapıştır. Her yerde sırıtan ağızlar, at dişi gibi. Bir kişnemediğimiz kalıyor. Gülmek istemiyorum kardeşim, zorla mı?

***

Otobüste veya minibüste yer vermek de ne kadar zor bir iş. Bazen davranıyorsun, yer vermek istediğin kadın bir bozuluyor "ben o kadar yaşlamıyım" tribine giriyor. Pişman oluyorsun. Bazen de amcalara yer verirken bir terslik oluyor. "Otur oğlum" diyorlar, "şurada ineceğim ben..." Popon böyle yerinden kalktığına pişman oluyor. Popon yer tutmuyor, iflah olmuyor. Otursan olmuyor ayakta kalsan hiç olmuyor, amcaya daha fazla ısrar etsem mi yoksa otursam mı diyorsun. O sırada bir teyzeyle gözgöze geliyorsun. O yeri istiyor teyze, bunu sana gözleri ile söylüyor. Ama sen ona vermek istememiştin yerini, ama madem niyetlendin kalksan olmaz mı? Ama kadının yaptığı da düpedüz fırsatçılık canım!

Oturmaz olsaydım bu koltuğa derim tüüüüh Allah kahretsin!

Bir keresinde de bir amcaya yer verdim. O da hiç oturmadan o yeri kendisinden daha genç bir bayana verdi. Olabilir, ben bir kere bağışlamışım yerimi. Ama o yere oturan kadın dönüp adama teşekkür etti. Adam da teşekkürü kabul etti. İşte buna çok bozuldum. Rahatından feragat eden benim. Üstelikte spor yaptığım yıllardı, idmandan çıkmış ve çok yorgundum. Bir de üstüne kemiklerim de büyüme ağrısı vardı. Ben bu şartlarda bir kuru teşekkürü haketmiştim. Çok bozuldum. Hayata küstüm. Betim benzim attı. Çığlık çığlığa bağırmak istedim ve salya ve sümük bir şekilde "ama orası benim yerimdi, neden bana teşekkür etmiyorsunuz, Allah hepinizin belasını versin pis domuzlar..." diye.

Kadın bozulduğumu anladı. "Sana da teşekkür ederim oğlum" dedi. Kendimi çok iyi hisettim. Bir kahramandım. Süperdim.

***

Elli bin YTL tazminat ayda bin ytl nafaka dedi kadın telefonda. Hızla yürüyüp geçti yanımdan, Taksim meydanındaydık. O kadar rahattı ki sanki ellinci kere boşanıyor gibiydi. Ya da boşanan kişi değil de bir boşanma avukatı gibiydi. Biraz ileride, büfelerin oradaki srımsaklı ıslak köfte kokusunu ciğerlerime derin derin teneffüs ederken polise heyecanla biraz evvel çantasını nasıl kaptırdığını anlatan bir kadın gördüm. Evet, çok heyecanlıydı bu seferki, hergün başına gelen bir şeyden bahsetmiyordu. Artık polisin yapacak bir şeyi yoktu. Yapacak bir şeyi olsa da polis kılını kıpırdatacakmış gibi değildi.

Zaten çok değil beş dakika önce, Elmadağ tarafından gelirken Taksim Gezi Parkı'ndaki kahvede okey oyunu yarım kalmış üç tane polis görmüştüm. Tahmin ediyorum ki şikayeti rapora geçirirMİŞŞ gibi yapan polis bey de bu ekibin dördüncüsüydü. Ben de ne çok severim okey oynamayı. Ne çok istemiştim az evvel onlara katılmak. Sizin arkadaş gelen dek devam edelim isterseniz, boşuna beklemeyin demek istemiştim. Neyseki dememiştim.

***

Bir çok şeyi yapamayabilirim

Ama tostu ben yaparım sevgilim.

Önce ekmekleri kızartırım. İçlerinde peynir olmayacak. Az zeytinyağı sürerim ekmeklere. Kimse demedi mi sana, katı yağ ile güzel olmaz tost diye... İlle de zeytinyağı olacak. Ama az olacak. Zeytin genzini yakmayacak. Aman ha.

Tam o sırada hellimleri dilimleyip tavaya atarız. Yine az zeytinyağı. Ve hatta hellimlerin yanına kavrulmaları için ceviz de koyabiliriz. Sen hiç az yağda kavrulmuş sıcak ceviziçi yedin mi? Çok güzel olur bebişkom.

En son domatesler. Onlar ısınmayacak ama. Tostun içine koyacağım domates dilimlerini. Diri olacaklar. Pembe, eciç büçüş Çanakkele dometesi olsa ne ala. Yoksa da bebek domates en iyisi. Çünkü bebek domatesler kış boyu tadlarını korurlar. Dometes kurusu olsa da çok yakışırdı ama, onun için aktara gitmek gerek. O zaman çok acıkırdık. Daha fazla acıkmayalım sevgilim.

Tostu ben yaparım, sen çayı demle sevgilim.

Ama önce gel seni bir öpeyim, öpeyim sevgilim...

K.

Fotoğraf: http://evrem.deviantart.com/art/ship-37388292

Hiç yorum yok:

Blogger templates

Blogroll

About