Bir huzuru resmeden şehir, maviliğini giyinmiş rüzgarını estirirken denizden, seyrinde akarken zaman, hafiften esen rüzgar dindi birden. Denizin mavi yalazı griye boyandı.
Ne söylediğini, neye baktığını umursamaz adam, kazma sapı tutar gibi tutuyordu bir eli. Kadının yağmur bulutu olup doldu birden gözleri. Baktı, hep duyageldiği ve yankısını yitirmiş o sevi sözlerini söyleyen gözlere. Sonra da kanı çekilmiş gibi çekti elini
Ayrılalım diyebildi sadece.
Kaldı adam, rüzgarda son sigarayı son kibritiyle yakamamış, denize düşmüş de sarılacak sözü kalmamış gibi. Alışmış bir özensizlikle tuttuğu o el birden değerleniverdi. Eksilmişti ellerinde yapma bir gülle çekilmiş fotoğraftaki mutlu halleri. Kadın bakmadı geriye, “bunu mu sevdim, sevdiğim buysa ben kimim” diyen yitik zamanlı sorular girdabında attı kendini uzaklara.
Ayrıldılar…
***
Adam ne söylese kelimeler dilinde lime lime…Seviyor sevmesine Tutuşmuş da eli birbirlerinden düşmesinler gibisine. Ama yollar var; yıllar, istemeyenler, engeller… Hepsi güç birliği etmişçesine dolaşmış sevgilerine. Ne yapsa ne etse olmuyor bildikleri gibi işte. Sade bildikleri bir şiir dolaşıyor ezgili bir çaresizlikle…
“…Kadın sustu. SarıldılarBir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... Ayrıldılar” * Kenetleniyorlar birbirine, ayrılacaklarını bile bile…
***
Bir mısranın mahremiyetinde geçen gecenin ucunda sabahla buluştu adam. Uyanınca içine düştüğü dizeye yükledi bir anlam. Sevmekti bu tastamam. Ama “sevgim acıyor” ** diye acıyla sayıkladı. Kadri bilinmemiş, dizeleri kim vurduya gitmiş bir şairin yitik sevdasıydı içindeki. Kim bilir belki ölümünde değerlenecekti. Yine de görünmeseydi gözüne; elini sallayıp gürültüye getirdiği tekinsiz gecenin hep üstüne yürüyen hüzünleri. Ne olurdu gelmeseydi aklına, üstüne titredikçe toprağında kuruyan çiçekleri, biraz uzak dursaydı yalnızlığın kalabalık anlamları …
Şimdi mırıldandığı sadece kendinin duyduğu yarım bir veda havası…
***
Kendi “yalnız sevdasıyla” baş başa geçen onca yıldan sonra şimdi bahçesinde kurulu o salıncak gibi içi; bir zamanlar doluymuş da boşalmış sanki. O yüzden satılığa çıkarmış kadın evini, evdeki eşyalarına sinmiş tüm hatıralarını... Biliyor otursa salıncağa, bırakacak kendini anıların kucağına. Anlayacak; kalmamış o salıncakta bir sallayanı. Satmasına satılık da, ya evinin kıyısında kendini attığı, içini döktüğü denizi, onu usul usul dinleyen sırdaş dalgaları ne yapmalı? Bazı anlar, anılar içinin tavan arasına sıkıştırıp arada baktığı bir fotoğraf albümü gibi. Kıyamaz ki hiçbirine. Buruk bir gülüş gelir yerleşir yüzüne, kalakalır sahibinden satılık hüzünleriyle …
***Bugün, kaç ayrılık hikayesi yazıyor hayat, kaç söz vermiş göz , el , yürek koptu birbirinden. Bilinmez! Dünya kadar eski bu hikâyeler, her faninin içinde az çok yer eder.Döndükçe dünya, yaşanmış ama hep yeniymişçesine acıyla kendini tazeler.
Ne söylediğini, neye baktığını umursamaz adam, kazma sapı tutar gibi tutuyordu bir eli. Kadının yağmur bulutu olup doldu birden gözleri. Baktı, hep duyageldiği ve yankısını yitirmiş o sevi sözlerini söyleyen gözlere. Sonra da kanı çekilmiş gibi çekti elini
Ayrılalım diyebildi sadece.
Kaldı adam, rüzgarda son sigarayı son kibritiyle yakamamış, denize düşmüş de sarılacak sözü kalmamış gibi. Alışmış bir özensizlikle tuttuğu o el birden değerleniverdi. Eksilmişti ellerinde yapma bir gülle çekilmiş fotoğraftaki mutlu halleri. Kadın bakmadı geriye, “bunu mu sevdim, sevdiğim buysa ben kimim” diyen yitik zamanlı sorular girdabında attı kendini uzaklara.
Ayrıldılar…
***
Adam ne söylese kelimeler dilinde lime lime…Seviyor sevmesine Tutuşmuş da eli birbirlerinden düşmesinler gibisine. Ama yollar var; yıllar, istemeyenler, engeller… Hepsi güç birliği etmişçesine dolaşmış sevgilerine. Ne yapsa ne etse olmuyor bildikleri gibi işte. Sade bildikleri bir şiir dolaşıyor ezgili bir çaresizlikle…
“…Kadın sustu. SarıldılarBir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... Ayrıldılar” * Kenetleniyorlar birbirine, ayrılacaklarını bile bile…
***
Bir mısranın mahremiyetinde geçen gecenin ucunda sabahla buluştu adam. Uyanınca içine düştüğü dizeye yükledi bir anlam. Sevmekti bu tastamam. Ama “sevgim acıyor” ** diye acıyla sayıkladı. Kadri bilinmemiş, dizeleri kim vurduya gitmiş bir şairin yitik sevdasıydı içindeki. Kim bilir belki ölümünde değerlenecekti. Yine de görünmeseydi gözüne; elini sallayıp gürültüye getirdiği tekinsiz gecenin hep üstüne yürüyen hüzünleri. Ne olurdu gelmeseydi aklına, üstüne titredikçe toprağında kuruyan çiçekleri, biraz uzak dursaydı yalnızlığın kalabalık anlamları …
Şimdi mırıldandığı sadece kendinin duyduğu yarım bir veda havası…
***
Kendi “yalnız sevdasıyla” baş başa geçen onca yıldan sonra şimdi bahçesinde kurulu o salıncak gibi içi; bir zamanlar doluymuş da boşalmış sanki. O yüzden satılığa çıkarmış kadın evini, evdeki eşyalarına sinmiş tüm hatıralarını... Biliyor otursa salıncağa, bırakacak kendini anıların kucağına. Anlayacak; kalmamış o salıncakta bir sallayanı. Satmasına satılık da, ya evinin kıyısında kendini attığı, içini döktüğü denizi, onu usul usul dinleyen sırdaş dalgaları ne yapmalı? Bazı anlar, anılar içinin tavan arasına sıkıştırıp arada baktığı bir fotoğraf albümü gibi. Kıyamaz ki hiçbirine. Buruk bir gülüş gelir yerleşir yüzüne, kalakalır sahibinden satılık hüzünleriyle …
***Bugün, kaç ayrılık hikayesi yazıyor hayat, kaç söz vermiş göz , el , yürek koptu birbirinden. Bilinmez! Dünya kadar eski bu hikâyeler, her faninin içinde az çok yer eder.Döndükçe dünya, yaşanmış ama hep yeniymişçesine acıyla kendini tazeler.
* Nazım Hikmet- Bir ayrılış hikâyesi
** Turgut Uyar - Acıyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder